Aydın da geçti..

Yalnızca bilenlerin bildiği değişmez bir yaşam kılavuzu vardı.Oturduğu evlerde çalışma masasının karşı duvarında bir çerçevede hep o asılıydı:"Bu da geçer ya Hu."Arapça bir dua sananlar da oluyordu, alaturka bir ukalalık diye düşünenler de.Oysa başa bir bela, bir musibet geldiğinde sabır ve dayanma gücü öğütleyen daha ziyade tasavvuf ehlinin kullandığı her şeyin fani olduğuna dair kadim bir deyimdi.Fransız okullarında okuyup Fransalarda ihtisas yapmış bir akademisyenin Latince veya bir Fransız filozofunun öğüdü yerine tasavvufun bir "amentüsünü" duvarına asması özenti diye görülebilir. Ama zinhar değildi.Her an gülmeye hazır çehresi, muzip ve cin bakışları ile kalender meşrep kişiliğinin sırrı belki de her şeyin geçici olduğuna inanmasındandı.Seneye muhabbetimizin 50. yılını kutlayacağız diye sözleşmiştik.Ankara'da gençliğin deli doluluğu ile "halkın kurtuluşu" için "devrim" provalarının yapıldığı Mülkiye ve ODTÜ'nün "kurtarılmış vatan toprağı" ilan edildiği yılların sonu idi.Mülkiye'den bir grup arkadaşla Mevlana törenleri için Konya'ya gitmiştik.Upuzun sapsarı saçları, mavi cin gibi bakan gözleri ve arkadaşı ile İskandinav turistini andırıyordu.Minibüste önümüzde oturuyorlardı. Şoföre vermesi için parayı "Pliz" diye uzatınca, "Estağfurullah sakıncası yoksa biz de Türküz elhamdülillah!" dedi gülerek.Azıcık daha bilgili olduğumuzu varsayıp sema ayini, semazen, tasavvuf üzeine soru üstüne sorular soruyordu. Törenler bitti. Semazen ve ihtifal heyetinin kaldığı Şahin Otel'e gittik. O da takıldı. Saz ve sema heyeti lobide sohbet muhabbet kaynatıyordu. Biz de katıldık. Neyzen, kudümzen gazeteci Nezih Uzel ile (1938-2012) ailece tanışıyorduk. Nezih Bey Galatasaray Liseli idi. Çabuk anlaştılar. İstanbul'a dönünce de birlikte Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'ndeki Özbek pilavı günerine, sohbet-muhabbet toplantılarına ve ayinlere gitmeye başlamışlar.Tasavvuf felsefesi ve musikisi apayrı bir dünya. Çok ilgisini çekmişti. Daha sonra "Bu da geçer ya-Hu", rahmetli eşi Canan ile birlikte kansere karşı yürüttükleri mücadele de bir hayat kılavuzu oldu."Masrafı ve meşakkati ağırlaştı!" diye Bodrum'daki ev satılmıştı. "Bizim yaşlarımızda hastalıkların nereden nasıl vuracağı belli olmuyor. Nakit can simidi demek. Şart. Sigortaya da güven olmaz" diye tekrar edip duruyordu.Yalnızlıktan sıkılıyordu. "Ev geniş, gel fultaym misafirim ol" davetiyle yanına taşındım. Akşamları sahilde yürüyüşe çıkıyorduk. Suadiye-Caddebostan sahilinde bir saate yakın yürüdük. Döndük."Ayaklarımda karıncalanma ve gariplik var" diyordu. Gece 12'ye