Hüsn-ü zan, güzel sanma, bir kimsenin veya olayın iyiliği hakkındaki vicdanî kanaat demektir. Bunun karşılığı sû-i zandır.
Herhangi bir kimse hakkında körü körüne "pek iyi bir adamdır" diye hükmetmek, hüsn-ü zannı kötüye kullanmak olacağından iyi karşılanmamıştır. Onun bunun durumlarını araş- tırmak, kusurlarına muttali olmak arzusu da tecessüs denilen ve sû-i zandan doğan ahlâksız bir hareket olduğundan haram kabul edilmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. ünkü zannın bir kısmı büyük günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın; birbirinizi gıybet de etmeyin." (Hucurat Suresi, 12.) buyurulmaktadır.
Ayette yasaklanan zan, bir mü'min hakkında hakikate aykırı olarak ve açık bir delile dayanmaksızın kötü bir zan beslemektir ki, "sû-i zan" olarak adlandırılır. Bediüzzaman hastalıklarımızı sayarken sû-i zanna ayrı bir yer vermiş ve şöyle özetlemiştir:
"İnsan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve mânevî içtimaiyatı zedeler." (Mesnevî-i Nuriye, s.106.)

4