İmamın mal beyanı

Baştan söyleyelim ki yanlış anlaşılmasın:

Bu yazıda maksadımız, işini hakkıyla ifa eden ihlaslı ve muhterem din görevlilerini rencide ya da rahatsız etmek değil. Buna kimsenin hakkı yok.

Yazıda maksadımız Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarını ve yöneticilerini eleştirmek de değil. O konudaki haklarımız saklıdır.

Elbette her kurumsal yapıda insan unsurundan kaynaklanan bazı hatalar bulunabilir. Ama bu küçük kusurlar sebebiyle tüm kurumsal yapıyı eleştirmek ya da tahrip etmek doğru değildir. Hele bu zamanda, yani zındıkların, din hizmetlerini ve Diyaneti sürekli göz önünde tutup yıpratmaya ve töhmet altında tutmaya çalıştığı dönemde hiç doğru değildir.

Bu yazıda bizim maksadımız, dolaylı bir delil yardımıyla, Diyanet'in alelade bir devlet kurumu ya da kamu kurumu olmadığını ve dolayısıyla devlet yöneticileri ve bilhassa siyasetçilerle Diyanet arasındaki ilişkinin buna göre doğru şekilde kurgulanması gerektiğini göstermek.

Mal beyanı konusu seçimler öncesinde cumhurbaşkanı ve belediye başkanı adaylarının mal beyanı açıklamaları üzerinden epeyce tartışıldı. Bu konudaki genel düzenleme yetersizliği ve derbederlik de böylece ortaya çıkarılmış oldu. Ama biz bugün işin başka tarafındayız.

Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 1. maddesine göre Kanunun amacı, "rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele".

Ancak Kanun kamu görevlilerinin mal beyanında bulunmasını emrederken çok geniş bir kapsam çiziyor.

O kadar ki, gazete patronları, gazete çalışanları ve köşe yazarları (kanundaki tabiriyle "fıkra yazarları") bile mal beyanında bulunmak zorunda. Ta ki köşe yazarları kalemlerini ve köşelerini satarlarsa bu tesbit edilebilsin ve cezalandırılabilsinler.

Kanunun 2e maddesine göre "kamu hizmeti gören memurlar" mal bildiriminde bulunmak zorunda.

Ancak kanun din görevlileri için herhangi bir istisna belirtmiyor. Onları da "din görevlisi" değil "kamu görevlisi" sayıyor. Oysa bu yanlış bir bakış açısının ürünü.

Diyanet bünyesinde olup hac organizasyonu yapan veya Diyanet'in akçeli işlerini yürüten ya da Diyanet Vakfının malını muhafaza eden ve harcayan kamu görevlileri elbette denetlenmeli. Zira onlar dünyevî yönü de olan bir iş yapıyorlar.

Ama, "in ecriye illâ Alallah (benim ücretimi ancak Allah verir)" diyerek din hizmeti gören ve devletten aldığı aylığı; verdiği hizmetin karşılığı (ücreti) olarak değil iaşe bedeli (maaş) olarak alan din görevlilerinin, rüşvet ve yolsuzlukla ve dolayısıyla mal beyanı ile ne alakası olabilir ki