Aralarda derelerde

İki arada bir derede kalmak diye bir sözümüz vardır. Kararsızlığı imler. Ya da tereddüt hâlini. Mütereddit de derler buna eskiler.
Durumumuz biraz öyle. Batı mı Doğu mu Demokrasi mi güvenlik mi Örtülümü örtüsüz mü Dar paça mı bol paça mı Yoksa menemen soğanlı mı
Aralarda kalmak, yaptığından, kendinden asla emin olamamak mânâsına da gelir. Batının teknolojisini alacağız deriz, mühendis yetiştirip dururuz, alt yapıda devrimler yaparken kafamızı beslemeyi unuturuz. Aman Amerikan petrol şirketleri bize kızmasın diye raylı sistemleri, TCDD'yi ihmal edip sonradan duruma uyanırız. Ama etraf taşıt cehennemine girmiş, şehirler yaşanmaz olmuş, trafikte 5. Dünya savaşı çoktan çıkmıştır.
Alt yapıyı inşa ederken üst yapıyı ihmal etmiş, kültürü turizm bakanlığının emanetine bırakmış, üniversitelerde düz kafalar yetiştirmiş, sanat felsefe sinema vesairede nal toplamış, adamakıllı bir düşünür çıkaramamış, has düşünce yolunda olanlara da "konu mankeni" ya da Teoman Duralı muamelesi yapmışızdır...

Bu durum, yani iki arada kalma durumu muhafazakâr-modern hepimizi kapsar. Zaten statükocu-muhafazakâr olmak denen şey sert Kemalistlerin kıyafeti olmasına rağmen siyasi Müslümanlarca kabullenilmiştir. Ki Müslüman demokratların son yirmi yılda başardıkları iktisadi sınıf atlama, darbe karşıtı direnişler, din korkusu olan jakobenlere Fatiha okunursa laikliğe halel gelmeyeceğini öğretmeleri gibi uzlaşılar, onları bal gibi modern-demokratik bir habitata yerleştirmiştir. Ama bahsi geçen tanımlar değişmemiş, her şey birbirine karışmıştır. Tıpkı sağ-sol kavramları gibi. Dünya sosyalistleri tarafından trajik bulunan Türk solcuları "Ordu göreve" tadında, eski paramiliter reflekslerden bir türlü kurulamayan Türk sağcıları "vurdum mu oturturum" lezzetinde kalmışlar, dünyayı okumaya çalışan kuşaklardan ya tamamen kopmuşlar ya da beyinlerde pıhtı atmasına neden olmuşlardır.

Hürriyet'te kültür-sanat mevzularında yazan bir köşe yazarı geçen gün, Alman cumhurbaşkanının Orhan Pamuk'la tavuk döner eşliğinde takılmasını yüksek tansiyonlu bir sitayişle yazdı. Ne güzelmiş, Alman beyefendi bizimkinin kitabının detaylarını bile biliyormuş, falan filan...
Şu ecnebilerce onaylanma isteğimiz üstünde düşündüm... Saklamaya ne gerek var, bu eğilim hepimizde mevcut. Millî Görüş kökünden gelen bir belediye başkanı geçmişte bana, "Burasını Viyana gibi yapacağız!" demişti. İstanbul gibi yapsanız, demiştim de... "Hangi İstanbul" diye sorunca ne diyeceğimi şaşırmıştım. Adam haklıydı. Hangi İstanbul'du gerçekten