Ali Sirmen'e mektup...

Canım arkadaşım, meslektaşım, yoldaşım, omuzdaşım, umuttaşım, destektaşım Ali. Biliyorum bu mektubu hiç okumayacaksın. Zaten günümüzde kimse kimseye mektup yazmaz oldu. Cümle kurmaya vakti yok insanların, telefonda simgelerle duygularını iletme derdindeler. Okuyamayacak olsan da zarar yok. İçim rahat, yukarıda, ilk cümlede sıraladığım sözcükleri sen bu dünyadayken de sana bol bol ilettim, söyledim, yazdım.

Seninle yollarımız ilk kez şu güzel ülkemizde, üç güzel insanı, "üç fidan"ı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ı idam etme vahşeti ilerlerken, idam karşıtı kampanyalarda kesişti. Hayır o vahşeti önleyemedik ama 12 Mart 1971 darbesinden sen de payını aldın. 1972'den başlayarak kurucuları arasında olduğum Milliyet Sanat dergisinin en büyük destekçilerinden oldun. Derken 1974'te Muhsin Ertuğrul'un İstanbul Şehir Tiyatroları'nda, benim yazdığım, Beklan Algan'ın sahnelediği "Adsız Oyun" yasaklanınca sen, koskoca Ali Sirmen yasağa karşı kampanya başlattın. Sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesi zavallı milletimizin üzerinden silindir gibi geçerken, dişlileri arasında seni ve barış sevdalılarını da dişlileri arasında yok etmeye çalıştı. (Böyle ilerlersem bu mektup hiç bitmez.)

Zekâ-birikim-mizah

Söylemek istediğim şu canım Ali, seni tanıdım tanıyalı sen bir dava insanısın. Ancak tanıdığım tüm dava insanlarından önemli bir farkın var: Çok yönlülüğün ve hani neredeyse bir "şövalye ruhu"...

Bence kişiliğini bileyen üç önemli öğe var: Yaratıcı zekân, o uçsuz bucaksız kültür birikimin ve eşsiz mizah duygun ve gücün.

Zekânın özünde, Cumhuriyet felsefesini içselleştirmiş ve özümsemiş olman var. Bağımsızlığa, barışa, eşitliğe, hak ve hukuka, laiklik ilkesine sımsıkı sarılman; bunları basma kalıp genel geçer klişelerle değil, yaratıcılığınla bütünleyerek, irdeleyerek ele alıp savunman yatardı. Tüm yazıların ve konuşmaların tanığımdır.

Engin kültür birikimini, başta Türk ve Fransız edebiyatı olmak üzere, dünya edebiyatı, tiyatro, sinema, müzik, opera tutkunla, tüm güzel sanatlar, yemek ve mutfak kültürüyle de beslemiş ve zenginleştirmiştin. Yazılarında o nedenle edebiyat tadı vardır.

O eşsiz mizah duyguna ve gücüne gelince. (Mizahtan çok ironi gücü). İşte orada bir hınzırlık vardı. Asla kendini değil, baş koyduğun davayı, yaptığın işi önemsemenden kaynaklanan, zekânla ve kültür birikiminle beslediğin bir güç. O ciddi görünümün gerisinde, afacan çocuk neşesi ve eleştirel ironi... Sohbetlerine bu nedenle doyum olmazdı.

Kafkaesk günlerden yaşama sevincine

Sevgili, canım Ali, geriye kalıyor sayısız anı, gözümün önünden gitmeyen binlerce "fotoğraf".

80'lerin başı, Barış Derneği davası: Her duruşmada orada basın bölümündeyim. "Bizim beyaz meleğimizsin" diye sesleniyor içinizden biri. Sonra her "suçlu", dinleyici sıralarındaki sevgililerine, eşlerine, hiç ses çıkarmadan dudaklarıyla "Se-ni-se-viyo-rum" sözcüklerini heceliyor. (Henüz parmaklarla kalp işareti keşfedilmemiş!) Sen şanslısın çünkü senin eşin