Tiyatro ve öteki

Sevgili okurlar, sonbahar geldi, okullar açıldı, benim de deniz mevsimim geldi. Senelik iznimi kullanmak üzere kısa bir tatil yapacağım. Ama önce iki haber:

1) Bu akşam Hrant Dink Ödül Töreni var. 2009'dan beri her sene biri Türkiye, biri yurtdışından, umudu çoğaltan bir kişi ya da kuruma veriliyor. Ödül alanların konuşmalarını, sanatçıların konser ve performanslarını içeren töreni Hrant Dink Vakfı'nın sitesinden izleyebilirsiniz.

2) Yavuz Ekinci'nin "Rüyası Bölünenler" kitabı nedeniyle 18 Eylül'de Çırağan Adalet "Sarayı"nda duruşması var. Sarayların kitapları yargılamayacağı günleri beklerken yazara destek vermek isteyenler de duruşmaya bekleniyor.

Giderayak, sizleri 28. İstanbul Tiyatro Festivali'nin (İKSV) bu yılki küratörü Mehmet Birkiye'nin "Tiyatro ve Öteki" diye özetleyebileceğim muhteşem konuşmasıyla başbaşa bırakıyorum.

MEHMET BİRKİYE DİYOR Kİ

"Bireyler bir grup halinde bir araya geldiklerinde, zalim, primitif bir çağın kalıntıları olarak içlerinde yatan vahşi ve yıkıcı tüm içgüdüler ifade edilmek üzere açığa çıkar." S. Freud

Bu saptama 1921'de yapılmış. Ama 2024'te dünya hâlâ bu güdülerin ortaya çıkacağı koşulları yok edememiş. Bir amaç uğruna bir araya gelen gruplarda, gün geçmiyor ki bu yıkıcı güçler ortaya çıkmasınlar. Dünyanın bir yerinde mutlaka varlar.

Ama bir grup da var ki böylesi şiddet ve zalimliğin ortaya çıktığı pek görülmemiştir. Tahmin ettiniz tabii, bu grup tiyatro seyircisidir. Onlar da ortak bir amaç uğruna bir araya geliyor, onların bir hedefi var.

Ancak bildiğimiz tiyatro tarihinde; bir iki domates, bir iki çürük yumurta, belki birkaç yumruk dışında kayda değer pek bir şey olmamıştır. Görece olarak yıkıcı güdüleri kontrol altındadır.

Yani savaş çıkarmamışlar, bir yeri yağmalamamışlar, linç girişiminde bulunmamışlardır.

Başka bir tanımla söylersek ne seyirciler ne de oyuncular birbirlerinin ötekisi olmuşlardır. Neden mi Çünkü zaten herkesin ötekisi olabilecek birileri sahne üstüne çıkmıştır: Lago, Mefisto, III. Richard vb. gibi. Yani seyirciye pek iş düşmez.

Sahne üstündeki bize benzeyen kişiler, bu korkunç ötekilerle birlikte hayatın içinde sürüklenirler. Belli ki kader -burada yazar oluyor- "ötekileri" acı sonlara mahkûm edecek ve bizler de iyi birer insan olmanın keyfini yaşayacağız.

Ama bu keyif yaşanırken dramatik gereklilik olarak -Aristoteles'in başımıza bela ettiği kurallarından biri- tatsız bir şeylere daha katlanmak zorundayızdır; bu kötüler yani "ötekiler" kaçınılmaz sonlarına doğru yuvarlanırken utanmadan kendi fikirlerini söylerler, tartışırlar, rasyonel nedenler ortaya koyarlar.