Susmak onaylamaktır

"Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum..." Saraçhane Parkı. Cuma sabahı. 19 Mart "sivil darbe"nin mağdur yakınları tarafından kurulan Aile Dayanışma Ağı'nın (ADA), 11. buluşmasındayım. Her cuma olduğu gibi yine kalabalık. oğunluk kadınlar. Anneler, çocuklar, eşler... Eski ve yeni tüfekler. Yürekler, umutlar kenetlenmiş... Hava, her konuşmayla, her kucaklaşmayla daha da ağırlaşıyor...

SİLİVRİ ZİNDANINDAN SARAHANE'YE

Hapiste tutsak tutulanlarla, dışarıdaki yakınları da bence birer kahraman. Kucaklaşmalardan sonra Dilek İmamoğlu kürsüye çıktığında, önce kocasının, Ekrem başkanın, cumhurbaşkanı adayımızın mektubunu okuyor.

Silivri'den gelen o ses, 12 metrekarelik hücreyi, demir parmaklıkları aşıp Saraçhane'ye ulaştığında sadece onun değil, hapse atılmış tüm belediye başkanlarının ve çalışma arkadaşlarının sesi oluyor.

O ses, "Bana, aileme, yol arkadaşlarıma zulmediliyor" diyor. Kurşun gibi ağırlık daha da ağırlaşıyor. "3 çocuk sahibi olarak 12 metrekarelik koğuşumda en çok anne babalarından ayrı kalan çocuklarımızı, gençlerimizi düşünüyorum."

19 Mart'tan bu yana, yürütülen eşi benzeri görülmemiş siyasi operasyonu, "Vicdanını kaybetmiş, kötü bir aklın ürünü olan zorlama ve uydurma soruşturmaların, davaların ardı arkası kesilmeyişini"; sonra, "tutuklamaların keyfi cezaya döndüğünü" ve çalışma arkadaşlarına duyduğu güveni vurguluyor.

Eşinin mektubunu okuduktan sonra Dilek İmamoğlu kendi düşüncelerini açıkladı. Yargılamaların TRT'de canlı, sansürsüz ve adil bir şekilde yapılması talebini tekrar dile getiriyor. Son sözü içimizde büyüyor. "Şunu iyi bilin: Makamlar geçici; kalıcı olan insanlıktır".

Ne acı ki günümüzde, makam sahipleri insansız, insan olanlar makamsız kalmış...

HAYATIN RENKLERİNİ ALANLAR

Kürsüye genç bir kadın çıktı: Avukat Seraf Özer. Babası, seçilmiş Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, bir yıldır Silivri'de. Tutsaklığın birinci yıldönümü önceki gündü. Seraf her gün cezaevine gidiyordu. Tam 365 gündür! "Benden 30 Ekim 2024'te önce hayatın tüm renklerini çaldılar" dedi. O anda bütün renkler hızla kirlendi. Güneş yok oldu. Park kara bulutlarla kaplandı. Ama konuşmasında öfkesinin nedenlerini tek tek sıralarken, sabrını, dayanışmayı, bu süreci akılla halletme azmini ve gücünü hepimize anlatırken, yeryüzünün tüm renkleri yavaş yavaş geri geldi.

Gözyaşlarım mı, yoksa onun duruşu mu karanlığı silip süpürdü bilemiyorum. İçimden hayatın tüm renklerini çalanlara ben de öfkemi bilerken ondan şu yakıcı cümleler geldi:

"Baba, avukat kabininde bir sohbetimizde, 'Hayatım boyunca barış için kardeşlik için ürettim, çabaladım. Böyle bir dönemde dışarıda olup sürece katkı sağlayacağıma içeride olmam en büyük üzüntülerimden biri' demiştin. O hayatını adadığın 'barış' da olacak baba. Sana söz veriyorum; bunun için ben de ömrüm boyunca mücadele edeceğim. Ve sen, asla yalnız yürümeyeceksin."

"Şimdi herkese sesleniyorum: Bilin ki susmak, onaylamaktır. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz uygulamalar, ülkemizin nasıl bir tehdit altında olduğunun açık göstergesidir. Buna bizim için değil, kendiniz için ve çocuklarınız için kayıtsız kalmayın."