Sevgili okurlar Prag'dayım. Dünyanın en güzel kentlerinden biri. Burada bir tiyatro festivalinden davet alınca fırsatı kaçırmadım. Dünyanın farklı ülkelerinden tiyatro insanlarıyla birlikte "Yüksek Performans" başlığı altındaki disiplinlerarası festival, ek Kültür Bakanlığı himayesinde. Dönüşümde tümünü sizlerle paylaşırım. Fırsat buldukça kendimi kentin büyüsüne bırakıyorum.
Buraya ilk gelişim değil. Kenti iyi tanıyorum. İşte dönüp dolaşıp yine Slavya kahvesindeyim. Nâzım Hikmet, 1956- 57'de bu kahvede yazmış şiirlerini. Prag'a her gelen onu şiirleriyle de gezmeli kenti. Tümünde sonsuz bir hüzün ve hasret duygusu var. Vatan hasreti, oğluna ve sevdiği kadına hasreti, İstanbul hasreti...
Yazık ki beş şiirden oluşan "Pırağ'da Vakitler"in tümünü burada paylaşmaya olanak yok ancak her birinden tadımlık birkaç dize verebileceğim.
SABAHPrag'a düşen ilk gün ışığı... Birinci şiir, "Şafak-Barok" adını taşıyor.
"Pırağ'da bir yandan ağırıyor ortalık / bir yandan kar yağıyor/ sulusepken, kurşuni/ Pırağ'da ağır ağır aydınlanıyor barok:/ huzursuz, uzak ve yaldızlarında kararmış kader./ Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor/ Dördüncü Şarl Köprüsü'nde heykeller."
Günümüzde Prag'da sabah, hele güneşli bir günse, kenti geze dolaşa bölen Vltava Nehri'nin ışımasıyla başlıyor. Ve o ışıkta kent bir gelin gibi, bir mücevher gibi parlarken tüm mimari özelliklerini, gotik, barok ve "art nouveau" yapılarını sergiliyor. Ama en çok barok. Yatay ışıklarla mimarinin en belirgin olduğu saatler şafak. Prag'da sabah devam ediyor... Şimdi de "Sabah: İyimser Pırağ"
"(...) Kesme cam bir bardağa işlenmiş Pırağ şehri/ işlenmiş elmastıraşlarla,/ dokunsam ses verecek"
Bir zamanlar Bohemya krallarının başkenti olan Prag, sabah saatlerinde bir Bohemya kristalini andırıyor. Işıl ışıl, ince, kırılgan... Ve kentin neresine dokunsanız ses veriyor. Hayır, hayır, vitrinlerdeki kristallerden değil, her köşedeki müzikten, minik orkestralardan, sokak çalgıcılarından söz ediyorum. Bu arada ek besteci Smetana'yla selamlaşıyoruz. Nehir kıyısındaki heykeliyle.
Şair, bütün kulelerdeki saatlerin ve kol saatinin 9'u gösterdiği an mutlu olmasını şiirin sonunda açıklayacaktır. ünkü aşk vardır. "Sen beni seviyordun canım/ hiç kimseyi hiçbir zaman sevmediğin gibi..."
ÖĞLE HANUŞ USTANIN SAATİ:"Şair memleketten uzak,/ hasretlerle delik deşik,/ Eski Kent'te duruyordu meydanlıkta, yapayalnız./ Gotik bir duvar üstünde/ Hanuş ustanın saati / on ikiyi vuruyordu. (...)
Ve çanları çalan ölüm/ ve yukarıda öttü horoz./ Şair memleketten uzak,/ hasretle delik deşik, etrafına dalgın baktı,/ Geldi indi salınarak nazlı serin bir mavilik meydanlığa öğle vakti."
Eski kentin orta yerinde Jan Huss'un "özgürlüğe, bağımsızlığa devam" dermiş gibi durduğu yontusunun hemen yakınında ünlü "astronomi saati" var. Ayın, güneşin, 12 gezegenin hareketlerini gösteren bu saat her öğle 12'yi vurduğunda açılan pencerelerinden 12 havari çıkıyor. Ve meydana yayılan mavilikte sevdiklerinize hasret, özlem iyice depreşiyor.