Hoşça kal Mario Levi

Mario Levi'yi 1980'lerin ortalarında önce kitabıyla tanıdım. Âşık olduğum bir şairşarkıcıyı anlattığı kitabına "Jacques Brel: Bir Yalnız Adam" adını koymuştu. Bu kitap İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirme tezinin romanlaştırılmış haliydi. Bir solukta okudum, bayıldım ve yazarını tanımak istedim. Tanıştık, o sıralar çıkarmakta olduğumuz Milliyet Sanat dergisinden içeri, utangaç, sessiz adımlarla girişi hâlâ aklımdadır. Çekingendi, yazarlarda pek alışık olmadığımız bir incelikteydi, aşırı terbiyeliydi. Zaman içinde o çekingenliği kayboldu. Arkadaşımız oldu.

ÖTEKİ OLMAK

Çocukluğunu, ilk gençliğini yalnızlığını, düş kırıklıklarını ve "öteki olma" durumlarını anlattığı, adeta kendisiyle ve çevresiyle hesaplaştığı ilk öykü kitabı "Bir Şehre Gidememek"te şöyle diyordu:

"Her Yahudi gibi ben de 'ülkesini' doğurmaya, yaşamaya ve bulmaya çalışan bir gezgindim sonuçta. Her Yahudi gibi ben de 'vatansız'dım birilerinin gözünde. Her Yahudi gibi ben de 'sıradan'dım, 'güvenmez ve güvenilmez'dim, 'dilsiz ve yabancı'ydım."

Bu kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazanacaktı.

Bu yukarıdaki alıntı. İstanbul'da Mario adında bir çocuğa uyumsuzluk, umutsuzluk yüklese de onu yalnızlığa itse de (zaten kendi de öyle diyor) Türkçesiyle, azmiyle ve çalışkanlığıyla bunu yenecekti.

'BENİM VATANIM TÜRKÇEDİR'

Son yıllarda bir röportajda şöyle diyecekti: "Benim en derin vatanım Türkçedir."

Öyle ya Mario Levi çok üretken bir yazardı ve tüm kitaplarını Fransızca yazabilirdi. Ama o, Türkçe yazmayı seçti. Çünkü çocukken sokaklarda Türkçe oyun oynamış, gençliğinde ilk "Seni seviyorum"u Türkçe söylemiş, Türkçe âşık olmuş (hem kızlara hem da yaşadığı İstanbul'a), kızdığında küfürlerini Türkçe etmişti. O nedenle "Benim en derin vatanım Türkçedir" diyebiliyordu, diyordu.

Çok yıllar sonra, PEN Yazarlar Derneği'nin yönetim kurulunda birlikte çalıştık. Sorumluydu, katılımcıydı, destekçiydi. Olaylara olumlu yönüyle bakar, çözüm üretirdi. Çok çalışkandı, disiplinliydi.

Aynı dili, aynı endişeleri, aynı korkuları ve aynı mutlulukları yaşamanın tadını, heyecanını üzüntülerini paylaştık yıllar boyu.

PEN'in, daha çok edebiyatla ilgilenmesini, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda daha sessiz olmasını dilerdi. Ama gelin görün ki burası Türkiye...