Brno kültür kentinden: Franz Kafka her derde deva

Çek Cumhuriyeti'nin Prag'dan sonra ikinci büyük kenti Brno... Nüfusu 400 bin ama herkes tepeden tırnağa kültüre bulanmış! Öğrenci kenti. Barok mimarinin şaşaası, Gotik mimarinin ciddiyeti, ikisi arasına serpiştirilmiş "Art Nouveau" uçarılık... Yapılarla parklar, fıskiyeli havuzlar, yeşil alanlar, hepsi iç içe geçmiş. Her köşe bir mücevher! Peş peşe dizilmiş sessiz harfler, ses ve görüntü olarak kafanızı karıştırsa da çok geçmeden alışıyorsunuz. Burası kültür kenti. Her akşam dolup taşan konser, opera, tiyatro salonları...

Sabah erken dar sokaklarda dolaşırsanız, bir yerlerden Kafka'nın gölgesi, Kundera'nın rejim düşmanları karşınıza çıkacakmış duygusuna kapılıyorsunuz. Geniş bulvarlar dev yontularla bezeli. Sakın şu cesaret anıtı, Haşek'in, savaşlara nanik yapan Aslan Asker Şvayk'ı olmasın! Gün ilerledikçe, sis ve belirsizlik kayboluyor; yerini havuzlarda yükselen fiskiyelerin sesi ve su senfonileri alıyor. Akşama doğru sokaklar cıvıl cıvıl. Millet sokakta yeyip içiyor, kimi meydanda minik orkestralar... Müzik dünyasının "Çek Üçleri", Smetana, Dvorjak ve Yanacek'in ruhu tepemizde dolaşıyor... Çek meslektaşlardan biri Vaclav Havel'in en sevdiği barı gösteriyor. Yazar, şair, hapsi boylayan muhalif ve sonra Devlet Başkanı Havel... Kadehler ona kalkıyor. (Bu kadar kent atmosferi yeter, sadede geliyorum.)

Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin (AICT) 30. genel kongresinde, 32 ülkeden gelmiş 133 konuktuk. Türkiye'den Tiyatro Eleştirmenler Derneği (TEB) Başkanı Hasibe Kalkan, tiyatro öğretim üyesi Zerrin Yanıkkaya ve ben vardık. Kısa bir süreliğine tiyatro festivalleri yöneticisi Leman Yılmaz da katıldı. Kongrenin yanı sıra Brno Tiyatro Festivali'nde bol bol oyun ve opera izleme olanağı bulduk.

DÜNYA GİDİŞATI

Hemen büyük bir düş kırıklığını açıklamam gerek: Kongre teması "Kafkaest Dünyamızda Gerçek-Komedi mi, Trajedi mi" diye belirlenmişti. Gelin görün ki izlediğimiz oyunlarda Kafka'ya ilişkin hiçbir şey yoktu. Elbet dünyanın çılgınlığı, acımasızlığı, kötülüğü dışında.

Oysa konuşmalarda bol bol Kafka dinledik. 10 dakikalık sunumlarda hiçbir konunun derinliğine inilemese de geçen yazımda belirtmediğim (Bkz: Kafkaesk Dünyamız, 23 Mayıs) şunlar vurgulandı:

Eski Çekoslavakya, şimdiki Çek Cumhuriyeti'nde Kafka her derde devaydı. Komünist rejim döneminde, özellikle 60'larda Kafka eserleri hem yayımlanıyor hem de sahneye uygulanıyordu. Kapitalist sistemi eleştirmek için kullanılıyordu. En çok da "Dava", "Dönüşüm" ve "Amerika". Zaten tek oyunu vardı: "Mezar Bekçisi" ve eserdeki ölülerle diyaloglar, düş âlemi, pek itibar görmüyordu.

90'ların başında sahnelere ikinci Kafka furyası egemen oldu. Bu kez komünist sistemi eleştirmek için bol bol kullanıldı.

2000'li yıllardan sonra ise yine bu üç eser artık bir sistemi yermek için değil, dünya gidişatındaki belirsizliği, tehlikeleri, tehditleri, saçmalığı, baskıyı, sansürü, otosansürü, gerçekdışılığı, mantık dışılığı vurgulamak için sahneye taşınacaktı. Sadece sahne değil, dans tiyatrosu, kukla tiyatrosu, sokak tiyatrosu, sirk dünyası, grafik sanatlar, opera ve müzik dünyası da Kafka tutkusundan yararlanacaktı.

TİYATRO-DANS-OPERA

Sadece Çekya'da da değil, dünyanın her yerinde birbiri peşi sıra izlediğimiz oyunlar arasında en Çek olanı Karel Çapek'in "Ana" adlı oyunuydu. (Brno Ulsual Tiyatro) Kocasını ve dört çocuğunu kaybeden bir ana... Savaş için, vatan için, kahramanlık için, toplum için, direniş için, öldürmek için, yaşatmak için yitip giden hayatlar... Ana'nın beşinci çocuğunu ölüme yollamamak için direnişi... Çek tiyatrosunda ölülerle konuşma ve savaşa karşı çıkma geleneğini, bu oyunda da gördük. Klasik bir sahneleme ve klasik bir oyunculuk vardı.