Ayla Erduran: Yıldızların yalnızlığı
Muhteşemdi. Olağanüstüydü. Çok farklıydı. İçinin ışığıyla, ateşiyle sadece sahneleri değil, dinleyicilerini de tutuştururdu. Bir volkandan farksızdı. Tüm patlamalara açık. Sonra ansızın kedi gibi munis, şefkatli, kucaklayıcı...
Hayattaki haliyle, büyük virtüöz, usta müzisyen hali arasında bir fark yoktu. Onun çalışına egemen olan "ruh haliydi". Onun çalışındaki duygu yoğunluğu, çok farklı bir şeydi. Hele onu canlı dinlerken onun o gücünü, dinamizmini, duruşundaki ve devinimlerindeki enerjiyi gözle de görürsünüz. Adeta elle tutulabilecek somutluktaydı. İç zenginliğini dışa vururdu.
O ruh hali ne miydi Tam bir özgür ruhtu! Zaman zaman içine isyan duygusunun da katıldığı özgür ruh! Sahneye çıktığı an dinleyiciyi avucunun içine alması, sahnede parlaması, ışığıyla tüm dinleyenleri büyülemesine neden o özgür ruhuydu.
Onun Bach ve Brahms sonatlarını kayıtlardan bile dinlerken sık sık "Eğer yeryüzünde böyle bir müzik, böyle bir yorum varsa, yeryüzü o kadar kötü olamaz" düşüncesine kapılırım.
(Müzik yaşamının ayrıntılarına girmeyeceğim. Bunları kaynak kitaplarda bulursunuz. En çok, Evin İlyasoğlu'nın, "Ayla'yı Dinler misiniz" ve Erhan Karaesmen'in "Ayla Erduran: Evrenimizi İç Işıklarıyla Aydınlatanlar" kitaplarında.)
ÖZGÜR RUH: AYLAYetenekliydi. Yeteneği onu çocukluktan başlayarak farklı kıldı. O yetenek yaşıtlarıyla arkadaşlık kurmasına engel oluyor, oyun oynamasını yasaklıyor, sadece büyüklerle ilişki kurmasını sağlıyordu. O yetenek kalabalıklar içinde yalnız kalmasını önlemiyordu.
Yeteneği onu sonsuz mutlu ediyordu. Yeteneği onu zorluyor, yoruyor, tutsak ediyordu. Yeteneğine öfkeleniyordu, kızıyordu, kinleniyordu. Yeteneğine hayrandı, yeteneğini seviyordu. Yeteneği, hayatını kâh cennete kâh cehenneme çevirebilecek güçteydi. Yeteneği onun yalnızlığıydı. Yeteneği onun çokluğuydu.
"Annemin tüm o sertliği ve disiplinine karşın içten içe hep özgürdüm" derdi. "Müzik sayesinde".
Hayatında hep müzik vardı. Ama hayatında annesinin ve dış dünyanın ona dayattığı ölümler, hastalıklar, karabasanlar, bağımlılıklar, yoksulluklar da vardı. Ama ne yoksulluklar!. ("Sadece patatesle doymak nedir bilir misin" demişti bir kez bana.) Ama neyse ki en ağır ortamda bile onu yaşama bağlayan kemanı vardı. Yaşamın kıyısında, hep kemanına tutunarak ayağa kalktı.
Ayla Erduran'la ilk karşılaşmam, 1973'te İKSV'nin "Uluslararası Müzik Festivali"ndeydi. Çok serüvenli bir prova gününün sonunda o tarihi konserde Yehudi Menuhin'in üç eşsiz solistimizin (Suna Kan, Ayla Erduran ve İdil Biret) önünde yerlere dek eğilip onları alkışlamasını unutamam. Son buluşmamız ise geçen eylül ayında 90. yaşında onun evinde baş başa geçirdiğimiz saatlerdi. Arada yaşadıklarımızı "O Çılgın İnsanlar" adlı yeni kitabımda (İnkılâp Kitapları) anlatmaya çalıştım.
YURTTAŞ AYLAAyla Erduran, sadece müzik tutkusuyla değil, toplumsal adalet , hukukun üstünlüğü, sürdürülebilir gelişim ve Türkiye sevdasıyla da içli dışlıydı.
Filiz Ali AIMA'yı (Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi'ni) kurduğunda genç müzisyenlerin yetişmesine gönüllü olarak el veren ilk sanatçıların biri Ayla Erduran'dı.
Türkiye'de yaşanan gerçeklere kurumsal ya da bireysel tepki gösterdiğimizde, hiç tereddütsüz destek verenlerden birisi yine Ayla'ydı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, "sokak çocuklarını", "umut çocukları"na dönüştürmek için konser düzenlediklerinde ilk imdada koşan da oydu.
Fazıl Say, Ömer Hayyam