İstanbul'un serin hatıraları

Eski İstanbul'da, şehir yazı yaşamayı bilirdi. Yüzyıl değişse alışkanlıklar dönüşse de sayfiye ruhu kolay kolay silinmedi. İstanbul yine sıcak hatta daha da fazla. Ama biz serinliği artık camın arkasın-da, klimanın düğmesinde arıyoruz. Peki, bugünlerde serinlemek için neler yapabiliriz

İstanbul bu yaz bir başka sıcak. Rüzgâr suskun, geceler bile serinlemeyi unutmuş gibi. Belki de iklim krizi yalnızca hava durumunu değil, şehirle aramızdaki mevsimsel bağları da bozuyor. Eskiden yaz, sabah erken Boğaz'a inmek, gölgede bir iğde ağacının altında soluklanmaktı. Şimdi klimaya sığınıyoruz. Zamanın biraz daha yavaş aktığı o yıllarda İstanbulluların bir ritüeli vardı: Kışlıklar kapanır, sayfiye mevsimi açılırdı. Şehir yavaşça Boğaz'a doğru göçerdi. Yeniköy, Arnavutköy, Bebek... Sadece serin değil, aynı zamanda sohbetin, misafirliğin, keyifli akşamların duraklarıydı. Yazlık hayata geçiş, mevsim değişikliğinin yanı sıra yaşamın ritmini yeniden ayarlamaktı.

Gündüzleri denize inen kadınlar, çocuklar için gölgede oynanacak alanlar, akşamüzeri gül suyu şerbetiyle serinleyen balkonlar. Şehir, yazı yaşamayı bilirdi. Elbette sofralar; yazın serinliği yalnızca suyla değil, tabakla da gelirdi. Karpuzun yanına beyaz peynir, asma yaprağına sarılı zeytinyağlılar, limonlu dondurma, dalından toplanmış erik. Daha öncesine gidersek bir başka serin kaçış ise Kâğıthane Deresi kıyısındaki Sadabad bahçeleriydi. Lale Devri'nin zarafetiyle anılan bu bölge, dere kıyısına kurulan gölgelikler, küçük çaylar, sabah gezintileriyle hatırlanırdı. Kayıkla gezinmek, saz heyeti eşliğinde kahve içmek, suya en yakın masaya kurulup gün batımını seyretmek. Yüzyıl değişse alışkanlıklar dönüşse de sayfiye ruhu kolay kolay silinmedi. Bu kez vapura atlayıp Adalar'a geçildi. Büyükada'da taş masalı bahçeler, Heybeli'de çamlar altındaki uzun kahvaltılar, Burgaz'da sabah denizine ilk dalan olmak. Kadıköy-Moda hattı bile küçük kaçamaklarla doluydu. Bir lokma ev böreği, bir demet nane, bir ada kokteyli, serinliği daha da unutulmaz kılardı. Erenköy bahçelerine ucundan da olsa yetiştim. Yeşilliklerin içinde sıcağı hissetmeden koşup oynadığımı, dalın-dan meyve topladığımı hayal gibi de olsa hatırlıyorum. İstanbul'un serinleme geleneğinde Belgrad Ormanı'nın yeri başkadır. Yerlere serilen kilimler, termosta limonatalar, yan yana dizilmiş piknik sepetleri. O sepetlerin içinden çıkanlar da ayrı bir yaz hatırası: zeytinyağlı dolma, haşlanmış mısır, kısır, kekik kokulu köfte ve buz gibi ayran. Şehrin en yeşil kaçamağıydı.

Biz ne yapıyoruz

Otobanlar hız getirdi, balkonlar küçüldü, sohbetler ekranlara taşındı. İstanbul yine sıcak hatta daha da fazla. Ama biz serinliği artık camın arkasında, klimanın düğmesinde arıyoruz. Oysa hâlâ kıyıda bir taş bank var. Hâlâ sabah 7.00'de Boğaz suyu serin. Belki diyorum; bu hafta sonu siz de yoldan biraz çıkarsınız. Arnavutköy'e inersiniz mesela; bir sabah çayı alır, kendinizi rıhtımda rüzgâra bırakırsınız. Yanınıza sandviç ya da sahil pastanesinden o eski usul muhallebiyi almayı da unutmazsınız. Kim bilir, belki o anda yanınıza eski İstanbul'un serinliği de oturur.

Bugünün serin kaçamakları

İstanbul hâlâ nefes alacak yerler sunuyor. İşte benim listemden öne çıkanlar:

Yıldız Parkı (Beşiktaş): Çınar gölgeleri, sabah yürüyüşü sonrası açık hava kahvaltısı.

Güneşin Sofrası (Moda): Özellikle mezeleri ile öne çıkan mekân Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin yanı başında. Köpoğlu ve yaprak ciğer favorilerimden.