Ne çok aldanıyoruz

Ne çok seviyoruz dünyayı, fani olduğunu bile bile. Ne çok aldanıyoruz. Aldatılmak, ihanet en can yakıcı durum olduğu halde, dünyanın aldatıcı cazibesine teşneyiz... Ne garip!

Ömrün tükendiğini bildiğimiz halde, hevesleri, gayeleri, istekleri tûl-i emel yanılsamasının içine yığınak yapıyoruz. Ne tezat!

Dostum diyoruz, yakınım, canım, nicelerine... Zaman tüneli içinde ya bir vefasızlığın, ya bir ihanetin, ya bir umursamamanın girdabında kaybolup gidiyor bazıları. Yerine yenileri geliyor, bu kez onlarla avunuyoruz.

Toplumda saygın olmak, kariyer yapmak, kabul gören standartlara sahip olmak istiyoruz, zira çevremizdeki kabuller böyle. Toplumdan dışlanmış olmayı en büyük ceza gibi görüyoruz ve uğraşıyoruz. Benim çevrem çok geniş diye bazen övünüyor, çoğu kez de bununla avunuyoruz.

Öyle bir çelişki hâli ki bu. Bir yandan bireyselliği asrın trendi haline getirmişiz. Benim hayatım, benim isteklerim, benim, benim, ben, ben havaları atarken, o havaları alanların çok olmasını, çok takip edilmeyi, çok görünmeyi istiyoruz. Saklı, kendi halinde, sessiz, dingin, asude hayatların alıcısı yok. İlla ki sesimiz duyulsun, varlığımız fark edilsin istiyoruz.

İstemiyorum diyen azdır bu zamanda, iddia ediyorum. Dil öyle söylese de benliğimizi esir almış bir çarkıfeleğin dişlilerine kaptırmışız kendimizi, itiraf bile edemiyoruz. Zira nefsimiz avukat olup kuruluyor savunma makamına. Ayıplarını maharete dönüştürüyor da ikna ediyor. Güya inanmıyoruz ama inanmış gibi yaparak devam ediyoruz yaşantımıza. Sonra bir yaprak dökümü geliyor ki, herkese isabet eden cinsten. Kalakalıyoruz.