Gündemi paylaşmaktan mı, payımıza düşenden mi mesulüz

İstanbul'a döndüm. Evimi özlemişim. Bu tabir çok tuhaf gelebilir. Zira Yalova da evim. Ama asıl olan İstanbul oluyor, aidiyet hissi daha ağır basıyor.

Her ne kadar İstanbul'da olsam da aklım Yalova'da. Babamı ve kardeşimi düşünüyorum. Babam her dönüşümüzde çok mahzun oluyor, boynu bükülüyor. "Gel" diyoruz gelemiyor. Değişiklik istiyor, ama yaşlılık o da evinden kopamıyor.

Bu bölünmüşlük canımı sıkıyor. Çözümü oraya taşınmak ya da babamı devamlı bizde kalmaya ikna etmek. Her ikisini de yapamayınca biraz Yalova biraz İstanbul'da derken hayat akıp geçiyor.

Bayram ve sonrası iki vefat haberi ile üzüldük. Köyümüzün iki değerli insanı bir hafta ara ile ahirete göç eyledi. Zaman; size ait olan şeyleri bazen sessiz, bazen tokmak gibi vurarak alıp götürüyor. Yaşlanmak demek; daha çok vefata şahit olmak, sarsılmak üzülmek, etrafının hep azalması demek. Dünyanın albenisi cilâsı her geçen gün daha bir soluyor gözümde.

"Ahiret inancı olmayan ne yapıyor" diyorum her seferinde. Kadere teslim olmayan ne hâlde

Mutluluk denilen şey, huzur, teselli,kanaat, rıza ancak inançla mümkün. Dünya bizi üstünden atmaya çalışırken devekuşu misali akıbeti görmemek için başımızı kuma gömmek olmaz, ama akıbeti görüyorum diye yasa teessüre gark olmak da abes.

"Hoştur bana senden gelen,

"Ya hil'at-ü yahut kefen,

"Ya taze gül yahut diken,

"Kahrın da hoş lütfun da hoş.

"Gerek ağlat gerek güldür,

"Gerek yaşat, gerek öldür

"Âşık Yunus sana kuldur"

"Kahrın da hoş lütfun da hoş" demeli Yunus gibi.

Ölümün hayat kadar sıradan olduğu Gazze'nin hâlinden, herkesin adaleti kendine istediği iç çekişmelerden, kimin hangi tarafta olduğunu kollama avcılığından, bitmek tükenmek bilmeyen ve tehlikeli hâl alan siz biz ayrımcılıklarından, haksızlığa uğrayanların feryadına kulak tıkayanlardan, işlerine geldiginde en âlâ siyaseti yapıp, gelmediğinde dervişane tavır takınıp etliye sütlüye bulaşmayanlardan, iki yüzlülüğün artık normalleşmesinden, mağduriyetlerin etiketine göre mevzi almaktan, bütün bu kördüğümlerden ve kördöğüşünden usandım.

Can sıkıcı bunca hadise içinde mutlu olmak istemek bencillik mi diye sorguluyorum kendimi. Yine Gazze geliyor aklıma. Çocuğunu bombalar altında yine de mutlu etmek isteyen annenin bir tabak içinde tatlı ikramı görüntüsü geliyor gözümün önüne. Hayatı da ölümü de verenin Allah olduğuna inanmaktan gelen o güçle, belki bir saniye sonra ölmek ihtimali kuvvetle muhtemelken, ama hâlâ ve henüz yaşarken bile hayattan zevk almayı biliyorlar. Demek ki mutlu olmak ile kayıtsız kalmayı umursamazlığı sadece kendi keyfini düşünmeyi karıştırmamak lâzım. Zira düşmanın istediği de bu. Derin bir yeis ve yenilmişlik duygusuna hapsetmek Müslümanları.

Olup bitenlerden kendi durduğumuz yeri sorgulamak ayrı bir şey, suçlu hissetmek ayrı. Mütedahil dairelerin en altında bulunan bizler ancak maddî yardım dua ve paylaşım yapabiliriz. Fakat gücü yeten İsrail'in gücünü alt edecek her türlü kanalı kapatacak. İslâm ülkeleri birleşecek topyekûn bir tavır alacak. Yönetimler müeyyideler koyacak. Fiilî şartlar ve zafer böyle gerçekleşir.