Paçozluğun egemenliği

'Siyaset'in atlarla alakası var. Siyaset kelimesi 'seyislik'ten geliyor. Seyislik, at bakımıyla, atın idaresiyle hatta atı zapt etmeyle ilgili bir meslek.

Alıştırılmış, ehlileştirilmiş bir atın yönetilmesi, zapt edilmesi büyük bir sorun değil.

Yemini verirsin, suyunu içirirsin, at çektiğin yere gelir, bağladığın yerde durur.

Binersin seni taşır. Yük yüklersin yükünü taşır.

Ama at huysuzsa atı yatıştırmak ve yönetmek için gerçekten 'siyaset' yapmanız gerekir.

Rahmetli Hüseyin dedem (asker değildi ama lakabı yüzbaşıydı) bir gün Ağdaş yaylasından köye huysuz bir atla gelmiş.

Yol uzun. Hem de sarp. Derin vadiler, yüksek dağlar aşıp geliyorsun. Yayan 8-10 saat sürer. Artık dedem atla kaç saatte geldi bilmiyorum.

Yüzbaşı fakir adam, atla gelmesi komşuların dikkatini çekiyor.

Nasıldı atla gelmek diye soruyorlar.

"Bırak Allahını seversen" diyor dedem, "At mı beni taşıdı ben mi atı taşıdım bilemedim."

(Bir hatıra canlanıp yazının arasına girmeye çalıştığında yazı müsaitse ben de müsaade ediyorum. Hatıra ziyan olmasın.)

Yani siyaset, atın üstüne binip tıngır mıngır gitmek değildir her zaman.

Bazen at seni taşır bazen sen atı taşırsın.

Siyaset ve yönetim bilimi ayrı disiplinlerdir.

Ancak, Prof. Dr. Ömer Dinçer'in 'yönetim ahlakı'na dair kitabından bahsederken iki disiplini birbirinden uzak tutamazsınız.

Malum, Ömer Dinçer hem bir yönetim bilimi hocası hem siyasetçi.

Kitabın adı "Devlet ile İnsan." Kapağı tasarlayan arkadaş (kitapta yazılı olsaydı adını anardım) 'ile' bağlacını 'devlet' ve 'insan' kelimelerinin arasına öyle sıkıştırmış ki… 'İle' ikisinin arasında küçücük kalmış.

Ömer Hoca devletle insanın arasına sıkışmış olan o 'ile' hakkında nükteli bir benzetme yaptı.

"O araya sıkışmış 'ile' ben oluyorum" dedi.

Kitabı okurken o 'ile' hep zihnimin bir kenarında durdu.

Gördüm ki, kitabın kahramanı Ömer gerçekten de Devlet'le birtakım insanların arasında kalmış.

Ömer hoca kitabı hem yönetim bilimi alanındaki birikimine hem de kendi yönetim tecrübesine istinad ederek yazmış.

Yeri geldiğinde aralara anılarını serpiştirmiş.

Anılarını üçüncü tekil şahısla, kendisinden 'Ömer" diye bahsederek yazmış.

Bu bir anlatım tekniği. Bu tercihte Ömer Hoca'nın eski metinlerdeki tahkiye geleneğine aşina olmasının rolü olmuştur zannediyorum.

Prof. Dr. Ömer Dinçer kitabın giriş bölümünde devletin anayasadaki niteliklerine atıfta bulunuyor.

"Ülkemiz, anayasada demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanır. Ancak sayılan bu dört ilke açısından yapılacak bir sınavda herhalde oldukça düşük bir pratiğe sahip olduğumuz görülecektir."

Dinçer, devamla özgürlüklerin 'laiklik elden gidiyor' iddialarıyla sık sık askıya alındığını, sosyal devlet ilkesinin düşük kaliteli kamu yönetimi yüzünden gerçekleşemediğini belirtiyor.

Hukukun üstünlüğü ilkesiyle ilgili geçmişteki ve günümüzdeki hukuk fukaralığımıza ışık tutan tespitleri de şöyle: