Ne çekmişiz be şu darbeci askerlerden!
Askeri siyasetin dışında tutamamak Osmanlı'nın da Cumhuriyetin de başının belasıydı.
Osmanlı'da Yeniçeri kazan kaldırıyordu.
Sonra Avrupai usullere uygun bir asker düzeni kurduk. Kurduk sayılmaz, benzetmeye çalıştık.
Kıyafetini benzettik. Talim terbiye şekillerini benzettik.
Nasıl becerdiysek, Yeniçeri'deki kazan kaldırma geleneğini yeni kurduğumuz ordulara hemen hemen aynıyla naklettik.
Bazı virüsler insan vücuduna bir girdi mi bir daha gitmezmiş.
İlaçlarla virüs yok edilemezmiş. Sadece virüsün hastalık yapması önlenebilirmiş.
Kazan kaldırma virüsü de galiba öyle bir virüs.
Cumhuriyet'te de ordunun vücudundan gitmedi.
Aynı virüs gibi, siyasi bünye zaafa düştükçe darbe yapmayı gelenek haline getirdi.
Konuyu fazla dağıtmayalım, en son Balkan Harbi'ndeydik.
Malum, Balkan Harbi öncesinde Sultan 2. Abdülhamit hal edildi.
Tabii darbeyle.
31 Mart 1325'te (Miladi 13 Nisan 1909) askerin, medrese taifesinden grupların gösterileriyle başlayan ve Sultan Abdülhamid'in halliyle neticelenen bir darbe.
Abdülhamit indiriliyor, yerine Sultan Reşat tahta oturtuluyor.
Böylece kuvvetli bir İttihat ve Terakki iktidarı başlıyor.
İttihat ve Terakki içinde sivilden çok askerin bulunduğu bir cemiyet.
Kısa bir süre sonra Trablusgarp Savaşı patlak veriyor.
Birçok Osmanlı subayı Trablusgarp'ın savunmasına gidiyor. Ama başaramıyorlar.
Trablusgarp Savaşı henüz bitmeden Balkan devletleri, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ Osmanlı'ya savaş açıyor.
Bir sürü askeri hata yaparak Balkan Savaşı'nı kaybediyoruz.
Neden
Tek bir sebebe indirmek gerekirse, askerin kafasının siyasetle bozulmuş olmasından.
Askerin kafasında askerlikten çok siyaset olmasından.
Fevzi Çakmak'ın Batı Rumeli'yi Nasıl Kaybettik kitabı daha çok askeri hatalara yoğunlaşmış. (İş Bankası Yayınları.) Siyasi sorunlara da değinmiş, ama kitap bir askerlik kitabı.
"1912 yılı Nisan sonlarına doğru Arnavutluk'ta isyan çıkmış, Mayıs ve Haziran aylarında İpek, Yakova ve Priştine'de karışıklıklar sürerken isyanı bastırmak için İstanbul'dan gelen birinci tümen de isyancılarla birleşmişti."
"1. Tümen 1912'de İstanbul'dan Arnavutluk'a geldiğinde o vakte kadar görülmemiş bir disipline, düzene sahipti. Eğitim öğretimi mükemmeldi ve bütün görevler saat gibi işlerdi. Bu düzenli tümen iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü, inancı bozuldu. Askerler subaylarını, subaylar komutanlarını tanımamaya başladı."
Mareşal Çakmak'ın bu anlattıkları Balkan Savaşı'nın başlamasından önce.
Ama savrukluk, düzensizlik savaş sırasında da devam ediyor.
"İpek muharebeleri Kolordu Komutanı Mahmut Hayret Paşa'nın 23 Ekim 1912 tarihli telgrafına şöyle yansır: Bugün taarruza devam edilememiştir. Dün başarıyla taarruzunu sürdüren Prizren tümeninin 4 tabur askeri bugün alay komutanıyla birlikte bütün mevkilerini bırakıp akşamdan beri kısmen İpek'e gelmeye başlamışlar, kısmen de Prizren'e firar etmişlerdir. Nizamiye taburları mevkilerini korumuşlardır Askerlerin yarısı belki daha fazlası avcı hattını terk ederek Kumanova'ya savuşmuş, mevzide kalanlar ise avcı hattı şeklini bile korumamışlardır. Muharebe hattının bu şekilde boşalması topçunun korunmasını imkânsız bir duruma soktuğu için topçunun mevzide bırakılması tehlikeli görülerek Kumanova'ya geri gönderilmiştir."