Marsilya'da kan gövdeyi götürüyor

Brettenli Michael Heberer de 3. Murat döneminde Osmanlı ülkesine gitmiş.

Friedrich Seidel gibi, esir olarak.

"İyi ve kötü ecdat"ın izlerini Heberer'in anılarında da sürebiliriz. (Osmanlıda Bir Köle, Kitap Yayınevi.)

Kitabın başlangıç bölümlerinde (8. Bölüm) şu cümleye rastlamak hoşuma gitti:

"Paris, benim kanımca dış mahalleleriyle birlikte Avrupa'nın en büyük ve en güzel şehri, ama Konstantinopolis'ten sonra gelmek üzere."

Heberer bunu itiraf etmekle birlikte kendisinin Paris'i İstanbul'a tercih ettiğini söylüyor. Neden Resmi yapıları, sarayları, konutları, köprüleri, ünlü akademileri, yüksek mahkemenin ve parlamentonun bulunduğu Sen Nehrinin ortasındaki Palatium'u sebebiyle.

Haklı sayılır Heberer, Paris'i tercih etmekte.

Çünkü bizde Avrupa'dakilerle kıyaslanabilecek çok süslü, çok muhteşem saraylar yok.

Ama Sen Nehri de eşsiz güzellikteki Boğaziçi'yle veya 'Altın Boynuz' diye anılan Haliç'le kıyas edilemez.

Gerçi biz bozmak için çok uğraştık bu güzellikleri.

'İstanbul'a ihanet ettik.'

Olsun İstanbul, bozamadığımız taraflarıyla hala dünyanın en güzel şehri.

Heberer bir Protestan ve bir Alman. Eğitimli bir adam. Birkaç dil biliyor.

Yaşadığı dönem mezhep savaşlarının Avrupa'nın her tarafını kasıp kavurduğu dönem.

Heberer, Marsilya'dan Malta'ya gideceği sırada bu mezhep savaşlarının bir sahnesine tanık olmuş.

"Ben o akşam sekreter Carre ile şehrin önemli tüccarlarından birinin evine davetliydim. Geç vakit eve dönerken dehşet içinde bu haykırışları duyduk. Gece nöbetçileri bizi durdurdu ve sorguya çekti. Biz onlara gerektiği biçimde yanıt verince başımıza kötü şeylerin gelmemesini istiyorsak kaldığımız evden dışarı çıkmamamız konusunda bizi uyardılar."

"Ertesi sabah bir tellal erken saatlerde şehrin sokaklarını ve meydanlarını dolaşarak kralın buyruklarını davul ve borazan eşliğinde ilan etti. Şehirde bulunan bütün Hugenottelar ve Protestanlar ya kılıçtan geçirilecek ya da zindana atılacaktı. Şapkalarının üstünde beyaz haç işareti taşımayanlara da aynı muamele yapılacak, onlar da tutuklanacaktı." (Hugenotte: Fransız protestanları.)

"Sabahleyin kralın buyruğu davul ve borazan eşliğinde halka duyurulduktan sonra şehir kan gölüne dönüştü. Her tarafta insanlar kılıçtan geçiriliyor ve büyük bir hırsla boğazlanıyordu. Bu olayları hatırlamak beni o denli üzüyor ki daha fazla sözünü etmek istemiyorum."

"Liman ve şehir kapıları herkese ve her türlü giriş çıkışa kapatılmıştı. Birçok dürüst, dindar adam ve kadın yasal bir neden olmaksızın sadece Protestan olmaları yüzünden evlerinden zorla sürüklenerek çıkarıldı, itilip kakılarak, dövülerek, bıçaklanarak sokaklarda köpekler gibi sürüklendi ve denize atıldı."

Kısaca not edelim: Avrupa'nın Avrupa olurken geçirdiği en kanlı aşamalardan biri bu mezhep savaşlarıydı. Bu savaşlar yatıştıktan sonra Avrupa kendisine gelebildi.