Güzel şeydi ufukta hilali aramak

Nerde o eski Ramazanlar' lafını öteden beri sevmezdim.

Bir çeşit tarifeyi ifade ediyordu 'Eski Ramazanlar.' Orta halli bir akşam programı. Daha çok siyah-beyaz televizyon zamanlarında.

Önce Bektaşilerin namazlarına ve oruçlarına dair birkaç şaka, sonra Direklerarası, kavuklu, pişekar, bulabilirsen Hacivat Karagöz, sağ ve selametteyse biraz da rahmetli İsmail Dümbüllü.

Sıkıcı mıydı

Hayır. En azından ilk seyredişimde değil. Tekerrür ettikçe kabak tadı vermeye başlar.

Şimdi, iftarda ve sahurda hocalarla yapılan Ramazan geyikleri nasıl kabak tadı veriyorsa, öyle.

Tabii yeni kuşaklar için o kadar sorun değil. Düşünsenize, delikanlı Nihat Hatipoğlu'nun mütebessim çehresi ile yeni müşerref oluyor.

Bu senenin Ramazan'ında katlanırsın. Seneye de katlanırsın. Bir dahaki seneye peşini bıkarsın.

Ne o öyle tiyatro maskesi sırıtık şeyler.

Eski Yunan tiyatrolarında oyuncular gülünecek yerde gülmek, ağlanacak yerde ağlamak yerine gülünecek yerde yüzlerine gülme maskesi, ağlanacak yerde ağlama maskesi tutarmış.

Bizim hocalar da öyle yapsalar ya!

Bizim hocalar artist. İstedikleri zaman ağlayabiliyorlar. Ağlaya ağlaya darbe bile yapabiliyorlar!

Abi nereye gittim ben

Hep şu mübarek Ramazan'ın işleri. Ramazan günlerinde kafam kendisini serbest hissediyor.

İşte yine kendime yakalandım. Ser-best. Başı bağlı.

Terkibindeki kelimelerin toplamının zıt anlamlısı.

Ser, baş. Best, bağlı. Serbest: Bir nevi özgür.

Hepiniz biliyorsunuz da belki bilmeyen bir kişi çıkar diye anlatayım.

Eskiden İstanbul'a başı bağlı olanlar gelip özgürce dolaşabilirmiş.

Başı bağlı, evli, çifti çubuğu olanlar.

Yani ser-best'sen serbestsin.

Ben bugün kendi 'eski Ramazanlar'ımdan bahsetmek istiyordum.

Evvela Kayseri'ye gittim.

Gitmedim. Kayseri'ye gittiğim Ramazanları hatırladım.

Rahmetli Mehmet Özdemir'le beraberiz. Hilal gözleyeceğiz.

Başka kimse var mıydı Mustafa Yılmaz Nevzat Ersoy

Şahin Uğur'u iyi hatırlıyorum da ne işi vardı Kayseri'de

Mehmet Özdemir'e soramam artık, bizden önce gitti.

Mustafa Yılmaz'ı aradım. Erkilet'te bir bağ evine gittiğimizi hatırlıyor da Ramazan mıydı başka mevsim miydi hatırlamıyor.

Hilal gözetlediğimizi hiç hatırlamıyor. Demek ki Mustafa yoktu. İhtiyaten Nevzat'a da sordum. O da bizimle değilmiş.

Şahin'in telefon numarasını Zeki Ertürk'e sordum, baktı, bulamadı.

Daha fazla soruşturmadım. Dostlarla sohbet iftardan daha leziz ama boyuna telefonda konuşamam, bu yazıyı yazmak için de vakit lazım.

Bir defasında, babam Eskişehir müftüsüyken, babamla birlikte hilal gözlemeye Odunpazarı'nın arkasındaki tepelere doğru çıkmıştık.

Boşuna çıktık aslında, hava bulutluydu, bir şey göremedik.

Buraya kadar çıkmışken, Odunpazarı'ndaki öğrenci evinin bahçesinde, tarihi bir konaktı kıldığımız teravihi, Asım Abi'nin (Yaşar Düzcan) iftar için yoğurduğu çiğ köfteyi analım.

Atasoy Abi de (Müftüoğlu) vardı.

Neyse, Kayseri'de de Mehmet Özdemir'le aklımıza esti, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın bir rasat yeri varmış. Hala kalıntıları duruyor. Çıktık, hilal gözledik.

Şahin Uğur'un tehditlerine rağmen hilali göremedik.