Yeni Türkler

Türkiye nasıl doğdu Bağrına düşman hançeri yaslanmış vatan toprağının bir bölümünü kurtararak mı Silahlı mücadele yeter miydi bir devlet kurmaya

Amenna, belki başka türlüsü de mümkündür ama tarih bize göstermiştir ki devletler savaşsız kurulamamıştır.

Hatta devletler savaşın bir çocuğudur ve büyüyüp gelişine kadar savaşın tarafı ve nihayet savaşın annesi olurlar.

Bu göstermektedir ki devlet için askerinin teknolojisi ve cesareti esastır.

Ancak bir o kadar önemlisi de vatan mıntıkasının mukimlerinin dirayeti ve ferasetidir. Mimarlarının ve sanatçılarının hüneri ve özgünlüğüdür. Emekçilerinin gayreti ve himmetidir. Girişimcilerinin adanmışlığı ve vizyonerliğidir. İlmiyenin hocası ve öğrencisidir.

Ve en önemlisi de hepsini birbirine ve bugünü tarihe ve geleceği bugüne bağlamak için münevverlerinin (entelektüellerinin) varlığı ve kapasitesidir.

Türkiye'yi doğuran sadece cepheler değil, çok güçlü bir düşünce devinimi olmuştur.

Eğer sadece cepheler olsaydı vatandan askerin ne anladığının sınırlarında mahpus bir millet olurduk.

Türkiye kimi ince pınarlar kimi coşkun ırmaklar gibi akan düşünce nehirlerinin kaynağında kesiştiği bir göl olarak doğdu.

Osmanlı asır süren bir ideolojik yön kaybı içine düşmüştü. Devlet durdurulamayan çöküşe ve yaklaşan çatışmaya karşı politik varlığını konsolide etmeye yahut ispat etmeye çalışıyordu.

Hasta adam söylemine karşı biz daha ölmedik demenin yollarını arıyordu. Azınlıkların hamileri eliyle hükmeden değil, bölünmemek için kendini açıklayan bir konuma itilmişti.

İlan ettiği fermanlarla dışında kaldığını düşündüğü medeniyet ailesinin arasına katılmaya çalışıyordu.

Ne yapsa tek dişine kan değmiş medeniyet Osmanlı'ya bilenmişti. Abdülhamid Han için devletin kaybettiği meşruiyeti yeniden kazanmanın tek yolu olarak ümmetin merkezine yerleşmek kalmıştı. Hilafet bir sığınak oldu. Devletin varlığı artık bir mana idi.

Osmanlı'nın kendini içine ittiği ideolojik boşluk entelektüellere sivil bir düşünce alanı oluşturuyordu.

Henüz yeni tanışılan gazetelerde, cemiyetlerde, sürgünlerde yeni devlet tahayyülleri geliştiriliyordu. Entelektüeller şiiri, nesri, romanı, tiyatroyu ıslaha çalışılan bir devletin bekası için fevkalade bir derinlik ve genişlikte enstrümana çeviriyordu.

Genç Osmanlılar (Jön Türkler) teolojik meşruiyete karşı daha önce tutmayan modernleşmenin ısrarcısı oldu. Rejim krizinin giderilmesi ve anayasal düzenle yeniden medeniyetin bir parçası olunabileceğini savundular.

Yeni Osmanlılar ahlaki çöküntü ve özgürlükler üzerinde duruyordu. Ahlaki restorasyon ve hürriyeti Osmanlı'nın çaresi olarak görüyorlardı.

İslamcılar ahlaki diriliş ile sistem kaygısını birleştiriyordu. Bir anlamda kendi modernliğini üretmeyi öneriyorlardı.

Ne var ki devleti dönüştürmek ile toplumu dönüştürmek ekseninde sentezlenebilecek bu üç ana damar birbirini dışlıyordu.

Kimse muradına eremedi. Cumhuriyet herkes yerine bir tercihte bulundu; Batıcılık… Doğuculuğun tercih edilecek durumu yoktu. Ve kendi medeniyetine düşman olmasa bile hayli mesafeli bir yaklaşım egemendi.

Gene de Necip Fazıl'ın Namık Kemal hakkındaki ifadesinden esinle Osmanlı'da neşet eden düşünce akımları ferde nüfuz edemediyse de cemiyeti kapsadı. Fakat bağımsız düşünce alanı kapandı ve hatta kapatıldı.

Oluşan siyasi yapı bir ideoloji doğurdu; Kemalizm. Düşüncenin ve düşünürün üstüne bulut gibi çöktü. Güncellenmek için değil, güncellenmemek için benimsendi.

Geç de olsa gelen partileşme dinamiği de belirleyici oldu. Önce düşünce sonra hareket ikilisinden önce parti sonra düşünce ikilisine geçildi. Fikri olan siyasete girdi veya bazen zorlandı. Partiler farklılaşma iddiasında olsa da ideoloji tekilleşti.

Son olaraksa devletin koruma refleksi belirleyici oldu. Entelektüel arayışlar bastırıldı.

Yeri gelmişken Nur Serter'e teşekkür etmeliyim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Cuma gününe ders konmamasını laikliğe bir tehdit olarak görmüş. Tatil anlayışımız yoktur ama Cuma gününe ders koyup koymamanın anlamını nasıl gördüğü gerçekten dirilticiydi.

Ama daha önemlisi alt metinde onun dahi artık Kemalizmin çözüldüğünü görmesidir. Ve belki nihayet tepkisizlikten yasakçılığın ve baskıcılığın çağın gerisinde kaldığını idrak etmeye mecbur kalmasıdır. Cuma ders koymamak yasaktırın tasa edeni yok artık.

Bugüne dair söylenecek asıl önemli şeylerse başkadır. Devlet ideolojisinin tekil yapısı sorgulanmaya başlamış doğu-batı ekseninde genişlemiştir. Entelektüel üretim için sivil alan yeniden açılmıştır. Yeterince doğru kullanılamasa da dijital mecralar düşünce için az beğenili bir hürriyet sağlamıştır. Trol çöplüğü arasından sesini duyurmak mümkündür.

Bunların hepsini buluşturan unsursa yeni bir dünya düzeni ve Yeni Türkiye'nin doğuşudur. Türkiye için Osmanlı gibi aşağı yönlü değil, yukarı yönlü bir trend gelişmektedir.