Ne demek bu yapısal reform ve liyakat

En basit haliyle, en azından bugünkü deneyim özelinde, ekonomide denge bozulduğunda bir kural bütünlüğü içinde para politikasıyla göstergeleri manipüle ederek dengeyi yeniden kurmaya ortodoksi diyoruz.Fakat genellikle dengeyi bozan faktörler çokludur. Üstelik para politikasıyla sahici bir denge kurulması mümkün olmaz. Bu nedenle ortodoksiyi savunanlar, bir noktadan sonra "para politikası yetmez yapısal reform da gerekir," demek durumundadır. Çünkü doğası arz yönlü olan iktisadın dengesini, talep yönlü regüle etmenin imkânsız olduğunu bilirler.Ya da çünkü; enflasyonun ancak çıktı miktarı artırılarak, yani arz artırılarak, düşürülebileceğini gizleyemezler.İşte yapısal reformu bu yüzden yorumlarına ek yapmak durumundadırlar. Nedir yapısal reform diye sorunca da kavramın içine bir kamyon meseleyi yükleyip aslında reform dedikleri şeyin çözümü 10 yıllar alacak çok boyutlu konular olduğunu söylerler. Bir anlamda "örtük" olarak para politikasının getirebildiği çözümle yetinilmesi gerektiğini söylerler, yani.Kısaca ortodoks bakış açısının temsilcilerinin samimiyetine dair oluşan şüphecilik, sürekli yapılagelen özde değil, sözde yapısal reformculuk tartışmasını da gerekçelendirir.Yapısal reform denilen olgu, arzın artırılması ve arzın daha fazla artırılması için ortamın kurulması, iyileştirilmesi veya elverişlileştirilmesini ifade eder.Fakat arzın artırılması, reel kesimi merkeze alan bir durumken finansal kesimi merkeze alan ortodoksinin söylemine böyle dolaylı da olsa eklenmesini biri çelişki olarak değerlendirse haksız sayılmaz.Sözde yapısal reformculuksa; mevcudun olduğu gibi korunmakla beraber Batı eksenli düşünülüp yönetilip yönlendirilmesinden başka bir şey kastetmez. Türkiye'de böyledir.Türkiye'de liyakat denen olgu da Batı eksenlilikten ibarettir. Hatta biraz zorlasam yerli-milli olmak liyakatsizlikle eşdeğer anlam taşır da denebilir. Liyakat postunu giyebilmek için Türkiye'ye yabancı olunması gerektiği üzerindenBu savlarımın delili ise geçtiğimiz genel seçimde apaçık ortadaydı. Hatırlanırsa, Sn Kılıçdaroğlu'nun seçilmesi halinde masanın birden fazla olan ekonomi bakanı adayları vardı ve her birinin tek söylediği "biz gelince ekonomide her şey birden bire düzeleceğiydi." Merak edip "ne yapacaksınız da düzelecek" diye soranlar olmuştu. Cevapları bir tekrardan ibaretti "geleceğiz o kadar."İşte size sözde yapısal reform ve arşa çıkan bir liyakat ölçütü; "geleceğiz ve idareyi sahibine teslim edeceğiz."Neden bu konuyu açtığıma geleyim. Bugün Türkiye'de yapısal reform ihtiyacının ilk adımının anayasa değişikliği olduğu açıktır.Türkiye gibi darbelerden mustarip bir ülkede sivil bir anayasa yapmak yapısal reformun ilk ve en önemli gereğidir. Türkiye'yi yasaklar cumhuriyetine çeviren 82 Anayasasının ruhudur. Bu ruhun karabasanının ülkenin üzerinden kaldırılmadan yapısal reformun sonraki adımlarını atmak anlamını yitirir.Hem bugün hala tartışılan Başkanlık sisteminin varsa eksik gediği ancak Anayasa değişikliğiyle giderilebilir.Henüz daha yeni seferberlik mevzuatı değişti. Yetki tartışması gene başladı. Bakanlar Kurulunun yerini Kabine gibi bir organ almışken yamalı bohça gibi bir Anayasa yapısıyla hangi reformdan bahsedilebilirFakat Meclis'in uhdesindeki bu görev; anayasa değiştirilirse cumhurbaşkanının üçüncü dönem seçilmesine yol açılabilir gerekçesiyle ihmal ediliyor. Üstelik Meclis en yüksek temsil oranına ulaşmışken (bu da başkanlık sisteminin bir meyvesi olabilir) Fakat anayasaya değişikliğinin mutabakatla yapılması teklif ediliyor. Cumhurbaşkanının üçüncü kez seçilmesine yol açmamak bahanesi arkasına saklanılması haklı mıHem erken seçime gidilmesi halinde zaten besbelli ki Cumhurbaşkanı üçüncü kere aday olabiliyor ve pekâlâ da seçilebiliyor. Bu da besbelli ki anayasa değişikliği yapılmadığı için mümkün zaten.Durun, ben size neden bahaneler üretildiğini ve gerçek sorunu söyleyeyim. Gerçek sorun, darbecilerin mahsulü olan 82 Anayasasının ruhunun Türkiye'yi baskı altına almış ve Anayasa