Katılım finansın fenomenolojik ontolojisi üzerine; Dünya için bir çıkış
Türkiye jeoeokonomik bağlamların ortasında. Jeoekonominin alt kırılımlarından biri olan jeofinansal bağlamların da ortasında.Kendine buradan bir yön çizecek. Eksenini döndürüp dolaştırsa da bu ortadaki konumuna gelecek. İyice güçlendikten sonra ne yöne yol çizerse çizecek.Borç kapitalizmindeyiz. Ve önümüzde iki tercih var; borç alan olmak yahut borç veren olmak. Bunlardan borç alan avantajlıdır. Hanehalkı ve işletmeler özelinde baktığımızda durum kolaylıkla görülür. Makroda ise kafa karışıklığı oluşabilir. Çünkü ekonomiler özelinde meseleye yaklaşıldığında borç veren avantajlı görünür ama olgular biraz eşelense gerçeklerin farklı olduğu ortaya çıkar. Aslında borç veren ekonomiler finansın pazarı değil, ev sahibidir. Uhdelerine aldıkları başkalarına ait kaynakları borç olarak verirler.Dikkat buyurunuz borç verilecekse borç almak da iyidir (carry trade üzerinden, kredi çekip KKM açmak üzerinden başka bir sürü çapraz uygulama üzerinden bunu gözlemleyebilirsiniz) ama finansta ev sahibi olanlar borç dahi almazlar. Başkalarının kaynakları kurguladıkları sistemde zaten kendilerinindir.Bu ilişkinin yansıması olarak da iki ekonomik yapı ortaya çıkar, birisi banka temelli diğeri sermaye piyasası temelli.Banka temelli ekonomilerde borç alanlar her zaman avantajlıdır. Borç ise nakit akışı ve teminat kabiliyeti güçlü olana verilir. Diğer borçlar çerezdir. Yani borç alıp iddia oynayan, dolar alan, tatile giden kapsam dışıdır. Aldığı borcu varlığa dönüştürebilenler zenginleşir.Bankalara mevduat yatıranlarsa dezavantajlıdır. Kendi varlıkları kendilerine aleyhine kullanılır. Bu nedenle banka temelli ekonomilerde gelir adaletsizliği büyüdükçe büyür. 100 yıldır böyledir.İşte şu hükümet zamanında böyle oldu, şöyle oldu deyip bankalara toz kondurmayanlar gözünüzün içine baka baka sizi kandırmaktan başka şey yapmaz, bunu da bilin.Sermaye piyasası temelli ekonomilerde ise toplum borç alanların paydaşı konumundadır. Bu nedenle gelir adaleti sermaye piyasası temelli bir avuç ekonomide daha iyi durumdadır. En azından banka temelli ekonomilere göre sermaye piyasası temelli ekonomilerde toplumlar daha yüksek bir refahı deneyimler.Banka temelli-sermaye piyasası temelli ayrımı bir anlamda gelişen ekonomi-gelişmiş ekonomi ayrımını da temsil eder.Gelişen ekonomilerin gelişmiş ekonomiye dönüşmesi de banka temelli piyasadan sermaye piyasası temelli ekonomiye dönüşümle mümkündür.Fakat piyasa tarafında böyle bir dönüşüm mümkün değildir. Çünkü bankalar kendilerini dönüşümün çözümü olarak sunar ve buna ikna olup bankalardan medet umanlar dönüşüme katkı vermek bir yana zarar verdiklerini görürler.Türkiye'nin durumunu sorarsanız; borsadan Migros hissesine yatırım yapıp alış-verişini A101'den yapan yatırımcıların ülkesidir, derim. Ne dediğim anlaşılıyordur sanırım.Geleyim şimdi katılım finansa. Bir geri plan verip bağıntıyı ondan sonra kuracağım.Malum katılım finans İslam ekonomisi başlığındaki tartışmaların uygulamalı iktisat kolunun da bir alt başlığıdır.Açıkçası İslam iktisat düşüncesi okulundan eldeki tek somut varlık gibidir. Fakat bu değerlendirme benim zaviyemden yanlıştır. İslam iktisat düşüncesi okulunun fenomenolojik bir temelde anlaşılabileceğini savunduğumu bilimsel tartışmalarımı takip edenler bilir. Nazariyeler skolastisizmi içinde görmem meseleyi.Bu temel referansları belirtmişken katılım finansın fenomenolojik durumunu analiz etmeye devam edebilirim.Madem İslam iktisadı tartışmasından elde sadece katılım finans var; bir ihtiyacı karşılıyor olmalıdır.Çoklarından bu noktada ayrışacağım. Çünkü kahir ekseriyet 1980 model vizyonlarla katılım finans-yastıkaltı ilişkisi kurar. Bu sadece köhnemiş bir bakış açısının yetersizliğinin dışavurumudur ve ancak milletin yoksulluğunu finansal okuryazar olmamaya bağlayanlarda bulunabilir.Hala en güncel katılım finans toplantısında dahi yastıkaltı manşetleri atıldı. Bu durum katılım finansın rolünün asıl katılım finansçılarında yerleşmediğini gösteriyordur, diye düşündüm.Katılım finans iki önemli ihtiyacı karşıladığı için varlığını sürdürüyor. Birincisi