Fiyatlar normalleşiyor sanki

Yer yer çapraşıklık devam etse de piyasadaki fiyatlara dair toplumun fikri oluşmaya başladı. Neyin ne kadar olduğunu veya olması gerektiğini şaşırmışlığımız biraz olsun dindi.

Artık bir şişe küçük suyun 10 lira olduğunu biliyoruz. 15 lira isteyenden almıyoruz. Bu arada tabii 1 liralık su 10 lira oldu.

Bir sıfır eklemeyi kafaya koymuştu piyasa, başardı.

İkinci sıfırın eklenemeyeceği ya da ekletilmeyeceği kanaati de oluştu.

10 binlik maaşlar da 100 bin oldu gerçi.

Neden peki insanlar yoksulluk zamanlarına göre dahi daha yoksul hissediyor

Önce yoksulluk zamanlarına bakalım. Çünkü çoğu zaman bu anlamda bir karşılaştırma yapanların kafası karışıyor.

Yoksulluk zamanları yani 2002 öncesi gelir azdı ama daha az gider kalemi vardı.

Teknoloji erişimi yoktu, gider oluşmuyordu. Üyelik, abonelik vesaire yoktu. Market, pazar bu kadar çeşitli değildi. Otomobil ve otomobille gelen giderler çoklarının hayatında hiç yoktu. Seyahat masrafı diye bir kalem yoktu. Bugünkü gibi sağlık harcamaları yoktu. Aşınan sağlımızı yeniden kazanmak için binlerce liralık takviyeler almaya başladık. Özel eğitimden yararlanmadığımızdan eğitim harcamaları bu denli yoktu. Dışarıda yemek istisnaydı. Oyuncak nadirattandı. Scooter, bebek arabası, çocuk bezi, kitap, site aidatı ve daha bir sürü başka şey gider kalemleri arasında değildi.

Ee bunları hak etmiyor muyuz Bilakis daha âlâsını hak ediyoruz. Keşke bilyalıya bineceğimize scooterlara binseymişiz.

Özetle geçmişle karşılaştırdığımızda bütçe dengemizde bu refah artışının maliyetini gözardı ediyoruz.

Dayılarımızın "telefonunu çıkar" metaforunun iktisadi anlamı bu. Onlar bu refah harcamalarının sonradan bütçelerine dahil olduğunun farkındalar. Fakat bunlarla doğan, büyüyen ve yaşayan kuşaklar böyle bir karşılaştırma yapmak durumunda değil.

Bir de tabii çalışan kesimin büyük bölümü inşaatlarda şurada burada kayıtdışı çalışırdı. Gelir kemiksizdi. Hayatında doğrudan vergi ödememiş insanlar var.

Bugün ortalama %39 vergi yüküne maruz bir çalışan kesim olduğunu düşününce çok şanslılar. %40 gelir vergisi matrahı var memlekette.

Böyle bir gelir vergisi olmaz. %25 kurumlar vergisi de çok fazla…

Peki daha güncele gelelim. Pandemiye göre neden daha yoksul olduğu iddiasında toplum

Alt gelir grubu için çok değişen bir şey yok aslında özellikle kırsalda. Hizmetler sektörü ile entegrasyonu bu grubun düşük. 2002 sonrası ulaşılan imkanların maliyet olarak asıl rahatsız edici kısmına maruz değiller. Köylerde ikamet edenler kendi gıdalarını kısmen üretebiliyorlar. Çoğu ileri yaşlara erdiğinden harcama iştahları düşük.

Bir analoji ile izah edeyim. Her gün sosyal medyada yahut televizyonlarda çakarlı araç gündemi var ya; işte o gündem İstanbul dışında kimsenin umrunda değil. Alt gelir grubu için de kırsalda birçok mesele mesele değil. Şehirlerde yaşayan alt gelir grubu ise her türlü zorluğu aynı önceki gibi deneyimliyordur.

Üst gelir grubuna gelirsek zaten oralı olmadıklarını görürüz. Refahlarına refah katma endişeleri yok. Refahlarını Türkiye'nin koşullarından ve hatta dünyanın koşullarından sıyırmış durumdalar.

Gelelim sancılar içinde kıvranan biraz da kendini kıvrandıran orta gelir grubuna. Orta gelir grubu da ikiye ayrılıyor. Bir bölümü daha üst bir refahı deneyimleyememenin ıstırabını çekiyor diğer bölümü ise eriştiği refahı korumanın mücadelesini veriyor.

Veriyor çünkü refah kalemlerindeki fiyat bozukluklarına şiddetli maruz kalıyorlar. Özellikle konut ve otomobildeki etkiler piyano kursundan şuradan buradan çıkıyor.