En hakiki travma: İstanbul'da afetzede olmak

Geçmiş zamanın birinde bir semt pazarında yürürken bir tırnakçı çetesinin gariban görünümlü bir adamın ceplerini yokladığını görmüştüm. Adamı defalarca yoklarken nasıl hissetirmediklerini anlamakta hâlâ güçlük çekiyorum. Ama hissetmiyordu işte.

Dayanamayıp adamcağızı uyardım. Parasına, cüzdanına dikkat etmesini söyledim. Fakat uyardığım bu adam rahatsız edici bir ifade takınıp benden kaçarcasına uzaklaştı. Sanki tırnakçı bendim. Teşekküre gerek yoktu ama moralimi bozan tavrına da gerek yoktu. Öfkelendim. Keşke uyarmasaydım diye düşündüm bile. Sonra boş ver dedim. İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir.

Büyük ihtimal polis olsam bana minnettar olacaktı. Uyaracağına işini yap, git yakala demeyecekti.

Gelelim 23 Nisan gününe. Tarihin gördüğü en şefkatli deprem, burun bile kanatmamak üzere hareketine başladığında törenin ortalarındaydık.

Depremin maksadı tam anlaşılamamış olacak ki kalabalık içinde büyük bir kaos patladı. Küçük yavruların bu ilk büyük deprem deneyimlerini, kontrolünü kaybeden bu kalabalıkla değil, daha dengeli bir ortamda yaşamasını isterdim. Nasipleri böyleymiş.

Sonra düşündüm; bu depremin olacağını bilsem ne yapardım diye.

Herkesi uyarsam ne olurdu

Büyük olasılıkla hemencecik öyle makul bir deli bile değil, tıbbi vaka olarak yaftalanacaktım.

Sonra deprem olmayacaktı ve kendim dahi tıbbi vaka olduğuma inanacaktım. Üzerime yapışacak şüphelerle yaşamak zorlaşacaktı.

Ya da deprem olacaktı. İnsanların Amerikanlaşmış yarısı ucube olduğumu düşünüp benden kaçacak, diğer yarısı da kalkıp olağanüstülük atfedecekti.

Her halükârda varlığı kolay kolay kabullenilemeyecek bir figüre dönüşecektim.

Senaryolar bunlardı.

Sonra Türkiye'de işler döndü dolaştı, insanlar elinde deprem bilimciler tam da bu iki senaryoya göre ayrıldı.

Aslında bilim, insanı deliakıllı yerine, başaralıbaşarısız tahminci ayrımına tabi tutan bir zırh (pozitivist ehliyet) sağlar. Fakat mesele çoğu zaman bilim içinde kalmaz. Tahmini tutanı "kâhin" deyip bilimin dışına sürüklerler. Kriz kâhini, deprem kâhini, şu kâhini bu kâhini Kâhinin de hoşuna gider durum. Öbürleri de kâhin olamadık diye kederlenip daireden kendi çıkar. Pozitivizm falan kalmaz. Bilim insanının polislik görevi yoktur sonuçta.

Geleyim sadede. İki meselem var.

Evvela akıllı telefonlarda bulunan veya yüklenebilen muteber erken uyarı sistemleri olduğu bu depremle anlaşıldı. Fakat bir ülke vatandaşlarının kitlesel eylem doğuracak şekilde uyarılması otoritenin yetki ve sorumluluğundadır. İstanbul'u terk edin türünden açıklamalar dahil Polisliktir bu.

Devletin, bu tür uygulamalara ilişkin izin ve denetim hususlarını düzenleyen bir mevzuat yapması gerekir. Ben afete dair meselelerin liberal bir tavırla ele alınamayacağını düşünüyorum. Karma çözümler gerekir. Bu uygulamalardan sadece altyapısına uygunluk verilenler faaliyet gösterebilmeli. Böylece suistimallerin ve mağduriyetlerin önüne geçilmelidir. Paralı uygulamalara ödeme yapanlar uyarılmazsa ne olacak Ya da olur da gereksiz yere paniğe sevk edilenler ne olacak

İkinci meseleye geleyim.

Depremden sonra etrafı gözlemledim. İnsanlar bavullarıyla, pazar arabalarıyla, çadırlarıyla, poşetler dolusu ekmekleriyle sokaklara döküldü.

Kimi garip kimi nahif kimi serseri

Kimisi yatalak hastasını kimisi muhabbet kuşlarını kimisi salladıkları tespihleri ve garip saç tıraşlarını aldı geldi.