Gelin size insanı diğer canlılardan ayıran bir icaddan bahsedeyim bugün. Tarihin en acayip buluşundan… Her tatlı şeyin içine girdiği, her sevincin içinden çıktığı üretilmiş bir beden parçasından…
Beden parçasından diyorum çünkü o bir organ gibidir. Delik olmasın, boğazı dikilmesin yeter. Kalp, beyin, eller, ayaklar hepsi bu organa bağlıdır.
Tıbbiyenin konusu olan bir organ değil ama bu. Terzilerin, iktisatçıların falan ilgilendiği bir organ… Oksijen hariç her şeyi bu organından alır insan, bu organından verir.
İster biraz para girsin, bir ceviz olsun, bir tek tane çekirdek çıksın, bir çakı konsun mide gibi kabul eder. Amma değersiz şeyleri de barındırmaz. Ya doludur yahut boş.
Hadi madem daha fazla merak ettirmeden söyleyeyim bu organın adını; "cep".
İşte kapitalizm insanı bu organından yakalar. Sonra da insanları ceplerinin dolu ya da boş olmasına göre ikiye ayırır.
Evet insanlar hakikaten cepleri bakımından ikiye ayrılır. Yalnız boş mu dolu mu ölçüsüyle değil. Ya da cepte ne olduğuna göre değil.
Gerçekte bir şey cebe girerken kimliğini kaybeder. Varlığı metafizik bir paketin içine alınır. Ondan sonra vizesini alır. İki tane metafizik paket var.
Cebe giren de çıkan da hüviyetini bırakır, bu paketlerle sıfatlanır; helâl-haram.
İşte insanlar, buna göre ikiye ayrılır; ceplerini helâldan başkasına kapatanlar ve ceplerini haram yoldan doldurmaya bakanlar.
Fakat kapitalizmde dolsun da nasıl dolarsa dolsundur.
Peki, bir bakın cebinize ne bulacaksınız Bulacağınız şey ya borçtur yahut teminat. İşte finansallaşmış dünya budur.
Olan da olmayan da her an cebinizden çıktı çıkacak gibidir. Bir istikrar vadetmez kapitalist yaşam pratiği. Çünkü bireylere dair kararlar kendilerince değil, başkalarınca alınır. Ataması, tayini, terfisi, çalışması ya da çalışmaması…
Birey sisteme alınırsa kendine dair verebileceği tek karar borçlanma kararıdır. Yani borçlanıp borçlanmamayı seçebilir. Borçlanırsa birilerinin cebi dolar, borçlanmazsa da fark etmez gene aynı birilerinin cebi dolar.
Borçlanırsa belki sistemden biraz pay alabilir.
Ve maalesef bu çağda helal kazanmanın yolu borçlanma olup çıkar. Öbür türlüsü helal kaybetmek olur. Nasıl borçlanılacağına da sistem karar verir. Faize batıp gider insan. Yönetebilirse…
Eskilerin bir lafı var; canı kaymak çeken cebinde manda taşır diye. Üretici karakterli bir söz…
Finansallaşmış dünya, yani borç dünyası, öyle bir dünyadır ki kaymak erişebilir evrende çok küçük bir detaydır. Cana kaymak da dahil her şeyi ama her şeyi çekmek lüks değil, sıradandır bu dünyada.
Çektiği şeyleri yamacına yaklaştırması ise üreterek olmaz, borçlanarak olur.
O yüzden canı kaymak çeken cebinde manda değil, banka taşır. Böylece insan üreten değil, tüketen taraftan hayatı planlamaya başlar.
Zaten canının çektiği köpürtülmüş çeşitlilik cepte, ahırda, tarlada, fabrikada taşınamaz.
Bir gelir modeli ile taşınır. İnsan bir gelir modeli kurar ve bunun üzerine borç mimarisini inşa eder.
Modern insanın özgürlüğü cebinin borçlanma kapasitesine indirgenmiştir. Buna desem desem kaldıraçlı indirgeme derim. Çünkü büyük nimet olan kaldıraçsız özgürlük insanın elinden alınmıştır. Cep ve cebin sahibi, borçla doyurulan sistemin bir organı haline gelmiştir.
Artık taşıyanın değil, kontrol edenin beslendiği bir organdır.
Bu şartlarda metafizik kaybolur ve helal-haram paketleri çarşaf gibi yırtılır. İşte, tam da buradan başlayarak bizi bildiğimiz tüm değerlerden uzaklaştıran Batının borç önerisidir. Bu öneri, insanı ve hayatı Türkiye'de bugün sindiremediğimiz halde şekillendirdiğine şahit olduğumuz şeydir.
Neden buradan girdim mevzuya izah edeyim.
Hepimizin bir cebi var ama bizim bir de büyük ve ortak cebimiz var. Bu cebimizde bir anahtar var; Anadolu…
Anadolu bizim anahtarımız. Her sıkıştığımızda bu anahtarla kapıyı açmışız yahut açmaya çalışmışız.

17