Sabrın sonu selamet

Suriye'de kanlı Esad rejiminin devrilmesinden sonra Cumhurbaşkanı'mızın ilk yurt dışı seyahatine eşlik ettik.

Kahire'deki D-8 Zirvesi, Mısır'la ilişkilerin düzelmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, kadim bağlarımız bulunan ülkeye bu sene yaptığı ikinci ziyaret olması hasebiyle de önemliydi.

Erdoğan'ın liderler tarafından ayakta karşılandığı zirvede, Cumhurbaşkanı'mızın özellikle İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'la yapacağı ikili görüşme kritik önemdeydi Çünkü iki lider, Suriye'deki gelişmelerin ardından ilk defa yüz yüze bir araya geliyordu.

Gazeteciler için bu görüşmelerin detaylarının yanı sıra heyette yer alan üst düzey isimlerden alacağı kulisler ve zirve sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan'la uçakta yapılacak röportajda vereceği mesajlar büyük önem taşıyordu.

Bu, 14 yıla yakın süren Suriye krizinin ve 61 yıllık Baas rejiminin bitmesi sonrası yapılan ilk röportajdı ve özellikle Erdoğan'ın Şam'a gidip gitmeyeceği herkesin aklındaki birinci soruydu.

Cumhurbaşkanlığı bu soruya tamamen sessiz kaldı.

Cumhurbaşkanı'mız da olumlu ya da olumsuz bir işaret vermedi, sadece MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Şam'a gittiğini hatırlattı; yakında Dışişleri Bakanı'mız Hakan Fidan'ın da Şam'a giderek, başta Ahmed eş-Şara (Colani) olmak üzere, geçici Suriye yönetimi ile temaslarda bulunacağını açıkladı.

Kahire'den İstanbul'a yaklaşık bir buçuk saat süren dönüş yolculuğunda, neredeyse her cümlesinin altını çizdiğimiz bir röportaj oldu.

Hatta öyle ki, Cumhurbaşkanı'mızın uçağı İstanbul'a indiğinde röportaj hâlen devam etmekteydi, aprona yaklaştıktan sonra 15 dakika kadar daha devam etti sohbetimiz.

Röportajın uzun hâlini dün gazetemizde okumuşsunuz, ben size kısa notlar ve kendi fikirlerimle harmanladığım gözlemlerimi aktarayım

Ankara, komşumuzTahran'la ilişkilerkonusunda çok hassas. Konuşulanların şimdilik sadece kapalı odaların içerisinde kalması isteniyor; ser verilip, sır verilmiyor.

Suriyeli muhaliflerin Halep'e doğru harekete geçtiği ilk günden bu tarafa İran'da oluşan reaksiyona bakılınca bu ketumluk gayet normal.

13 sene boyuncaSuriye'de yapılan katliamda da, sınırımızda terör örgütü PKKYPG'ye kantonlar oluşturulmasında da, Türkiye'ye milyonlarca Suriyeli göçünde deİran'ın, Esad rejimi kadar payı var aslında

Nitekim, muhaliflerin sabrını tüketen İdlib'e yönelik son saldırılarda yine İran'ın payı büyüktü ve Türkiye'ye daha ağır fatura çıkaracaklardı

Ama Ankara her zamanki ağır başlılığı ve sakinliği ile 'devlet aklını' kullanarak bu meseleleri kamuoyu önünde tartışmıyor, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmemesi için en çok çaba harcayan taraf olma üstünlüğünü koruyor.

Bugün duygusal tepkiler veren İran, 13 yıl boyunca Suriye'de nüfusun yüzde 80'ini oluşturan Sünni sivillere yönelik katliamlara verdiği destekle nasıl şirazeden çıkmıştı oysa

Buna karşın Türkiye, o dönemde de bugünkü sabır ve ciddiyetli tavrını muhafaza etmişti.

İdlib'de 2020 Şubat'ında 36 askerimizin şehit edildiği alçak saldırı sonrası başlattığı sınır ötesi operasyonla sahada gereğini yapan Türkiye, yine de diplomatik kanallarda gerilimi tırmandırmamıştı.

Esad'ın arkasındaki bir diğer ülkeRusya isebüyük devlet olmarefleksi ile hareket ederek, bu süreçte İran'dan farkını ortaya koyuyor.

Moskova daha sakin, daha mutedil Esad'a ülkesinde sığınma hakkı verdiği hâlde, Suriye'de yeni dönemde hem büyükelçiliğini, hem başkonsolosluklarını açık tutan Rusya, yeni yönetimle temas hâlinde.

Cumhurbaşkanı'mız da röportajda bunun önemine dikkat çekti"Bu, Suriye için zenginliktir. Diplomatik misyonların devamında fayda var"dedi.

Erdoğan ayrıca İslam dünyası ve Batı'dan birçok ülkenin Colani (eş-Şara) ile irtibatlarını geliştiriyor olmasının kendisini sevindirdiğini, bu durumun yeni yönetime güven işareti olduğunu belirtti.

Muhaliflerin Halep ve Şam'a yürüdüğü ilk günlerini hatırlayın

İçimizde birileri Rusya ve İran'ın borazanlığını yaparken,"HTŞ'nin arkasında İsrail ve İngiltere var"propagandasıyla kamuoyunda endişe ve panik oluşturmaya çalışıyordu.

Oysa aynı ağızlar, ne İran'ın yıllardır yürüttüğü mezhepçi kıyımdan bahsediyordu ne de Rusya'nın PKK-YPG ile iş birliğinden.

İran, sınırları olmayan Suriye üzerinden Türkiye'ye yönelik tehditlere girişirken

Kilometrelerce öteden gelen Rusya hemen dibimizde terör örgütlerini koruma şemsiyesi altına alırken

Moskova-tıpkı ABD gibi-bu örgütleri sınırımızdan uzaklaştırmak için imzaladığı taahhüdü tutmayıp, hatta ülkemize İdlib'den milyonlarca Suriyelinin daha göç etmesi için saldırılar düzenlerken ağzını bıçak açmayanlar

Türkiye'nin eğitip donattığı SMO ile birlikte muhalifler Halep'e ve Şam'a yürüdüğünde ne hikmetse İran ve Rusya'nın sözcülüğüne soyundu.

"Türkiye çok sabretti ama ne İran durdu, ne Rusya sözünü tuttu. Artık ne yapsa hakkıdır"diyeceklerine, tam aksi propagandayla gayrı millî bir duruş gösterdiler.

Bu da"gayrı millîlik"tanımının sadece Batı üzerinden yapılmaması gerektiğini bir kere daha ortaya koydu.

Rusya ve İran dışında, Suriye'de tavrı en çok merak edilen bir başka önemli ülke Amerika Birleşik Devletleri.

Özellikle de yıllardır silaha boğdukları PKKYPG konusunda.

Yazılarımızı okuyan, TV'deki programlarımızı izleyen dostlarımız bilirler; Biden yönetimi ile birlikte, en kötünün geride kaldığını, mükemmel olmasa da, Trump'ın yeniden seçilmesi ile birlikte bir önceki Başkan'a göre en azından Washington'la daha iyi düzeyde ilişki kurulabileceğine dikkat çekmiştik.

Buna örnek olarak da daha önce Suriye'deki terör koridorunu parçaladığımız dört ayrı operasyonu Trump'ın döneminde yaptığımıza, Cumhurbaşkanı'mızın hiç değilse iki defa Beyaz Saray'da konuk edildiğine işaret etmiştik.