Oyları çalabilen parayı niye çalmasın

İktidar partisinden bir başkanın, kendi inşaat şirketinde toplanan para kuleleri ortaya çıksaydı n'olurdu, bir düşünün!

O firmada sıvacının, elektrikçinin hesaplarına bile onlarca milyonun aktarıldığını

Yahut, o başkanın, büyük ihaleler verdiği firma üzerinden Boğaz'a nazır 1,5 milyar liralık üç villayı 15 milyon liraya (yani yüzde 1'lik bedelle) üzerine geçirdiğini, bunu da mal beyanında göstermediğini, o villalardan sadece birini yıllık 5 milyon liraya kiraya verdiğini

Reklam ihaleleri kazandırılan firmaların doğrudan kendisine ait inşaat şirketine para yolladığını

Terör örgütüne Avrupa'daki kolu üzerinden siyasi destek karşılığında milyonlarca dolar akıttığını

Türkiye'deki terör uzantılarına 'bakkala verilen(!) acil baklava siparişi' gibi uyduruk ihalelerle tek kalemde yüz milyon liraya yakın para transferi yaptığını

16 milyon İstanbullunun tüm kişisel verilerini -gizlice- İngiliz firmasına vermek için anlaştığını

Şunlardan herhangi birini AK Partili yahut MHP'li yapsa; bugün CHP, medyası ve kitlesi ile bunun üzerinde nasıl tepinirdi, tahayyül etmeye çalışın.

Oysa bunları yapan bir CHP'li, hele hele İstanbul gibi bir belediyenin başkanı olunca, nasıl bir yüzsüzlük sergilediklerini ibretle izliyoruz günlerdir.

Bunların cevabını vermek yerine sokak terörü, boykot gibi gündemlerle kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalışıyorlar ama, toplumun büyük çoğunluğu olan biteni dikkatle takip etmekte.

Kafalardaki en önemli sorulardan biri şu;

Bunca zaman göstere göstere bu kadar soygun nasıl yapılabildi

Teröre kaynak akıtan DEM'li başkanlar hemen görevden alınıp yerlerine kayyım atanırken, Ekrem İmamoğlu gözlerin üzerinde olduğunu bile bile neye güvenip de bu kadar rahat davranabildi

Güvendiği yerler konusunda, İngiltere örneğini bir önceki yazıda işlemiştik.

Rahatlığın ve pervasızlığın cevabını ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için ilk defa yarışa girdiği 31 Mart 2019 seçimlerinde arayabiliriz.

Ne olmuştu, hatırlayalım

31 Mart 2019 gecesi, sandık sonuç tutanaklarında anormal bir durum olduğu anlaşıldı.

Belgeli olarak yayınlanan tutanaklara göre bazı sandıklarda satır kaydırılıp, Binali Yıldırım'ın oyları İmamoğlu'na yazılmıştı.

Ertesi gün, yani 1 Nisan'da vahamet daha belirgin hâle geldi.

YSK sistemine girilen verilerin bir kısmı, AK Partili müşahitlere verilenlerle uyuşmuyordu.

Tuhaflığı fark eder etmez hemen harekete geçen AK Parti, 39 ilçede ilçe seçim kurullarına başvurarak sandıkların yeniden sayılmasını istedi.

Çünkü satır kaydırma gibi hilelerle sonucun değiştirildiği tespit edilmişti.

19 ilçe seçim kurulu, onca belgeye rağmen, AK Parti'nin başvurusunu anlaşılmaz biçimde reddetti.

Geri kalanı sadece geçersiz oyların (Bazı ilçelerde kısmi olarak) sayılmasını kabul etti.

Bu, ilk defa karşılaşılan bir durumdu ve CHP yöneticileri, AK Parti'nin itirazlarına karşılık hemen sayıma itiraz dilekçesi vererek, kurulları baskı altında tutuyordu.

Büyük bir tezgâhla karşı karşıya olduğu iyice ortaya çıkan AK Parti, ilçe seçim kurullarından sonuç alamayınca İl Seçim Kuruluna başvurdu.

Bazı ilçelerde tespit ettikleri usulsüzlüklerin belgelerini İl Seçim Kuruluna sunarak, sandıkların yeniden sayılmasını talep etti.

2 Nisan'da, yani seçimden iki gün sonra Çağlayan Adliyesi'nde akıllara durgunluk veren bir gelişme yaşandı.

İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal ve iki üye hâkim, mesai bitimi sonrası evlerine gitmişti.

Fakat n'olduysa oldu, saat 20.10'da üç hâkim tekrar Çağlayan Adliyesi'ne geldi.

Onlardan beş dakika sonra adliye kapısında sürpriz isimler belirdi.

Çakarlı lüks araçlarla gelenler CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve CHP Genel Başkan Yardımcılarıydı.