Her şey bir "tık" uzağımızdayken

Arzuhâlcilerden söz etmiştik dün dilimiz döndüğünce. Çocukluğumun arzuhâlcilerini yâd etmiştik… Onların sözleri yalnızca kâğıtta değil, kalplerde yankılanırdı. Kimi veda yemeklerinde, toplantılarda, halk adına öyle duygulu konuşmalar yaparlardı ki, gözler dolar, gönüller yumuşardı. Sır saklamak, dedikodu yapmamak, bilgiyi kötüye kullanmamak onların meslek ahlâkının temeliydi...

Osmanlı döneminde, okuryazarlığın düşük olduğu yıllarda, arzuhâlciler halk ile devlet arasında köprü olmuşlardı. Ruhsatlı, denetimli bir meslektiler. Kurallara uymayanlar ağır cezalar alır, hatta sürgüne gönderilirdi. Ama ne olursa olsun, halkın gözünde güvenilir insanlar olarak kalırlardı.

Onlar "kâtip arzuhâlim yaz yâre böyle" diye başlayan türkülerde yüreklerimize kazındı. Gönül işlerinde de resmîişlerde de kâtip ve arzuhâlciler hep bir zarafet sembolüydü...

Arzuhâlcilerin masaları küçüktü belki ama üstünde taşıdıkları dünya büyüktü. Divitler, kamış kalemler, karbon kâğıtları, eski kanun kitapları… Sonraları daktilo eklendi o masalara. Ellerinin emeği, kelimelerinin ağırlığı, bilgeliğin verdiği güven her daim oradaydı...

Bugün internet çağında, her şey bir "tık" uzağımızdayken, arzuhâlcilerin mesleği de sessizce tarihe karıştı. Var mıdır hâlen arzuhâlciler Elbette gidin bakın adalet saraylarının mahkemelerin kenarında köşesinde bulursunuz bir iki arzuhâlci. Onlar vazgeçilmez oldukları yılları geride bıraktılar ama gönlümüze bıraktıkları iz, eski adliye depolarında saklı dilekçelerde değil, yüreğimize işlenmiş hatıralarda yaşamaya devam ediyor.

Belki artık kimse köşebaşında dilekçe yazmıyor. Ama hâlâ insanın insana omuz verdiği, kelimelerin umut taşıdığı o günleri özlüyoruz. Çünkü her meslek unutulur; fakat güven, vefa ve insanın derdine ortak olma sanatı hiç unutulmaz...

Selman Devecioğlu

ŞİİR

Sizi bilmem

Sizi bilmem

Sabahları severim ben

Apaydınlık sabahları…

Vurup tekmeyi geceye ölümcül uykuya

Var olduğumu, soluk aldığımı, yaşadığımı

Bilmenin tadına doyamam!

Sizi bilmem

Sarışın da severim ben, ya da kumral

Zeytin gözlü, tay bakışlı…

Hece hece dökülen Türkçemin

Pınar pınar çağladığı, türkülerimin güldüğü

Türkülerimin ağladığı, dudaklarından

Sizi bilmem

Yiğitlik öykülerine bayılırım ben

Bilimin özgürlüğün, bağımsızlığın

Yalın kılıcını kuşanıp

Demir yumruğunu balyozca vuranlara

Hayranım ben!

Sizi bilmem

Gözleri şimşek şimşek çakıp