Fotoğraf albümünden dijital karelere

Eskiden fotoğraf albümleri vardı. Bir kitaplık rafında eski bir sandıkta veya bir koltuk altında. Misafir oturmalarında o albüm çıkar, eski anılar yâd edilir, hatıralar anlatılırdı. Şimdi günümüzde fotoğraflar da dijitalleşti. Bir fotoğraf atıyoruz ailemiz, arkadaşlarımız herkes anında görüyor sosyal medya üzerinden. Tazecik bir fotoğraf ama ruhu yok. Çünkü fotoğrafı ilk defa gören kişilerin yüzündeki duyguyu dijital görsellere bakarken göremiyorsunuz. Fotoğrafın bir ruhu olmuyor o zaman bir anısı da...

Eskiden öyle miydi O fotoğraf kareleri özenle albüme dizilir veya uzun bir mektubun yanında zarfa iliştirilirdi. Ruhu vardı, hatırası vardı, bir anlamı vardı. Albümler açılır akrabalar gelince eski günler yâd edilir, ölenlere rahmetlerin okunduğu, uzaktakilerin hasretle yâd edildiği akşamlar yaşanırdı. Bir kâğıt parçası canlanırdı işte, anlatırdı o fotoğraf karesindeki zaman dilimini, âdeta dillenirdi. Her şeyin kıymeti o zamanda başka olduğu gibi, fotoğraflarda öyleydi...

Sevdiklerimize hediye edilir, arkalarına güzel notlar düşülürdü. O günün tarihini de yazmak asla es geçilmezdi. Şimdi albümlere sığmayacak kadar dijital karelere sahibiz. Ekranın arkasından izliyoruz hepsini. Dokunamıyoruz, hissedemiyoruz. Ama bir tıkla kilometrelerce uzağımızdaki sevdiklerimize zahmetsiz gönderebiliyoruz...

Her şeyin ruhu çekildiği gibi içinden anılarımızın ruhu da boşaltılmış. Her şey kolaylaşmış ama kolay olanın kıymeti kalmamış. Bilgisayarlar, telefonlar fotoğraf dolu ama o fotoğrafı çekmeye çalışırken verdiğimiz zamanı, hissetmekten mahrum kalmışız. Sevdiklerimizin kalbine dokunmayı unuttuğumuz gibi. Sıcak bir muhabbetten mahrum kaldığımız gibi. Kalplerimiz muhabbetsizlikten soğumuş, gözlerimiz ekrana bakmaktan yorulmuş. Hatta öyle ki yakında olan ailemizden ve sevdiklerimizden de uzak aynı çatı altında birbirimizin kalplerine dokunmadan yaşıyoruz.

Amine Kübra Salar

ŞİİR

Dünya

En sevdiklerimizi toprağa koyduk.

Dünya, bilmem ki sende ne bulduk

Üç gün ağlayıp yine de güldük.

Dünya bilmem ki sende ne bulduk

Hiç ölmeyecek gibi sarıldık sana,

Uyduk nefsimize ve şeytana,

İlk Âdem'den başlayıp bu yana,

Dünya, bilmem ki sende ne bulduk

Hele bir sussa şu nefsimiz.

Çoğalır sandık aşımız, işimiz.

Biter dedik, bitmedi derdimiz.

Dünya, bilmem ki sende ne bulduk

Bir kavuştuysak, bin ayrıldık.

Ayrıldıkça sana daha çok sarıldık.

Nefsimize uyduk biz hep yanıldık.

Dünya, bilmem ki sende ne bulduk

Sende kalmadı Âdem ile Havva,

Yürüdük üzerinde attık bin hava,