Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (78)
"Maraş ve Adana Havâlîsindeki zafer, Mücâhidlerin eseridir!"
"Size bu kürsüden ecdâdınızın kahramanlıklarını hikâye edecek değilim! Çünki ibreti mâzîden göstermekdense, hâlden misâller getirmek daha kestirme olacak!
"İşte Maraş ve Adana havâlîsindeki bir avuç kahraman Dîndaşımız, bir senedir Fransızların toplarına göğüs geriyorlar! Etrâftan ciddî bir imdâd alamadıkları, ehemmiyetli bir yardım göremedikleri hâlde, düşmanın en müdhiş silâhlarla müsellah bulunan ordularına karşı duruyorlar! Yağmur gibi yağan kurşunlar, yıldırım gibi inen gülleler bunların azmini sarsmıyor! İslâmı sonuna kadar müdâfaa için vermiş oldukları ahde can kaygusu, ölüm korkusu gibi şeylerin zerre kadar têsîri olmuyor!
"İşte evvelâ İngilizlerin, sonra Fransızların hücûmuna göğüs geren, bundan başka İngiliz, Fransız silâhlarıyle teslîh edilen Ermenilerin de türlü türlü mel'anetlerine, hıyânetlerine mârûz kalan şu bir avuc Müslüman, yêse kapılmadı; azme sarıldı! Bulabildiği kuvvetle, silâhla mücâhede meydanına atıldı! Tevekkülün bütün mânâsıyle Cenâb-ı Hakk'a mütevekkil oldu! Bu sâyededir ki o mev'ûd olan nusreti kazandı!
"Bizi felc eden o mel'ûn yês hâlini def'edeceğiz!"
"Mâdemki Fîsebîlillâh mücâhede meydanına atılan Mü'minlere Allâh'ın nusreti mev'ûddur, mâdemki Tanrı'nın inâyetinden, merhametinden ümmîdi keserek yêse düşmek Küfürden başka bir şey değildir, o hâlde bu meskenetin, bu yêsin, bu atâletin hiçbir sûretle têvîli kâbil olur mu
"Zâten yeryüzündeki yarım milyara yakın Müslümanın asırlardan beri esâret altında inlemesine bundan başka bir sebeb aransa, bulunabilir mi Dünyânın hangi tarafına gitseniz, akvâm-ı İslâmiyeden hangisinin rûhunu, kalbini dinleseniz, hep o mel'ûn yês hastalığıyle mâlûl olduğunu görürsünüz.
"Ümmet-i merhûmeye bu zaaf-ı Îmân nasıl olmuş da müstevlî olmuş Nasıl olmuş da bu kadar azîm bir kitlenin umûmu birden kötürümler gibi hisden, hareketten mahrûm kalmış Biz şimdi bu kürsüden onu tedkîk edecek değiliz! Biz yalnız Müslümanlara çöken yêsin her iki âlemde hüsrânı celbedecek bir âfet olduğunu bilmiyenlere anlatarak cemâat-i Müslimîni böyle bir âkibetten tahzîr edeceğiz.
"Müslümanlık, zillet, meskenet, sefâlet dîni değil, izzet, azâmet, saâdet dînidir!"
"Ey cemâat-i Müslimîn! Tâ âlem-i ervâhta ikrâr verdiğimiz bu Dîn-i Mübîn izzet dînidir, azâmet dînidir, saâdet dînidir; zillet dîni değildir, meskenet dîni değildir, sefâlet dîni değildir! Kelimetullâh'ı îlâ için dünyânın şarkına, garbine, şimâline, cenûbuna koşan, önüne dikilmek istiyen türlü türlü mânileri, mezâhimleri yıkıp geçen ecdâdımızdan olsun sıkılmaz mısınız O kahraman Müslümanlar size dünyâlar kadar vâsi bir memleket, dünyâları titreten bir saltanatla târihler dolusu mefâhir bıraktılar. Ya sizler evlâdınıza, ahfâdınıza mîrâs olarak acabâ ne bırakıp gideceksiniz
"Her karış toprağında binlerce şehîdin hisse-i şâyiası ortak hissesi bulunan nâmütenâhî Müslüman yurdlarını elimizden çıkara çıkara bugün öyle bir hâle geldik ki artık Maâzallâh yeni bir ric'ate imkân yok! İmkân olduğunu farzetsek, meydan yok! Önümüzdeki düşmanı sürüp çıkarmasak, arkamızda Dîni, Îmânı, ırzı, nâmûsu, evlâdı, iyâli barındıracak bir karış yer kalmamıştır! Bunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız!
"Anadolu'nun göbeğine kadar sokulmak istiyen düşman Maâzallâh biraz daha ilerliyecek olsa, ne yapacaksınız, nereye gideceksiniz Kaçacak yer olmadığı için 'Kazâya rızâ' diyerek olduğunuz yerde kalacaksınız, öyle mi Henüz hâkimiyetimize, istiklâlimize hâtime çekilmemişken o mel'ûn, o vahşî düşmanların eline geçen yurdlarımızdaki Dîndaşlarımızın ne gibi muâmele gördüklerini hiç mi işitmediniz Ben buna imkân vermiyorum! Çünki hatıra hayâle gelmez canavarlıklarla türlü türlü işkenceler altında öldürülen bîçârelerin feryâdı göklere kadar çıktı! Seller gibi akan mâsûm kanlarının aksiyle ufuklar kıpkızıl kesildi! En katı yürekleri merhamete getiren o muhrik fîgânları, o acıklı enînleri sağırlar duydu! Siz duymadınız mı
"Hülâgû'nun Bağdâd'da, İspanyolların Endülüs'de vücûda getirdiği fecî menâzırı andıran o vahşet nümûnelerini, o şenâat levhalarını körler gördü! Siz görmediniz mi
"Yanı başınızdaki Dîn kardeşlerinizin mâtemine, felâketine karşı bu derecelerde lâkayd kalmak, Allâh için olsun söyleyiniz, revâ-i hak mıdır 'Müslümanların derdini kendine derd etmiyen, Müslüman değildir!' diyen Peygamber'in huzûruna acabâ hangi yüzle çıkacaksınız" (Mehmed Âkif Külliyâtı 9348-352)
İstiklâl Harbi'nin rûhuna tercümân olan "Nasrullâh Câmii Beyânnâmesi"
Rahmetli Mehmed Âkif'in 19 Kasım 1920, Cumâ günü, Kastamonu'nun Nasrullâh Câmii'nde îrâd ettiği muhteşem Mev'ize, sâdece o cemâatin, sâdece Kastamonu halkının değil, bütün Anadolu Milletinin rûhunda derin akisler yaptı, Vatanın dört bucağında İstiklâl meş'alesinin yakılmasında, bu uğurda canla, malla seferber olunmasında, muazzam fedâkârlıklara katlanılmasında pek mühim bir âmil oldu. Kemalist Propagandanın sakladığı bu büyük hakîkati Milletimiz çok iyi idrâk etmelidir! Çünki bir asırdır Milletimizin beynini yıkıyan o hakîkatsiz propaganda, muharref bir târih îmâl ederek hakîkî kahramanları unutturmuş veyâ "mürteci" yaftasıyle menfûr hâle getirmiş, İstiklâl Zaferinin nîmetlerine sahte kahramanların konmasına "meşrûiyet" kazandırmıştır!
Nasrullâh Câmii Mev'izesinin (ki Anadolu Milletinin "İstiklâl Beyânnâmesi" mâhiyetindedir) Vatanın dört bucağında ne derin bir têsîr icrâ ettiğini ortaya koyan vesîka ve onu tamâmlıyan bilgiler, Ömer Rıza Doğrul'un Kur'ân'dan Âyetler ve Nesirler ismiyle neşrettiği kitabda (1944: 320-321) bulunuyor. Biz de onu Avukat Suat Zühtü Özalp'in hazırladığı kitabdan (Nihâd Paşa, Mehmed Âkif ve Sebîlürreşâd'a âid metinlerin imlâsı hâric) aynen iktibâs ediyoruz:
"Merhum üstad Âkif in Kastamonu'da Nasrullah camii kürsüsünden Türk milletine hitaben irad ettiği ve her hakikati bütün çıplaklığı ile aydınlattığı bu mev'ize, o zaman memleketin her tarafında, her camiinde okunmuş, müteaddid defalar basılarak her yere gönderilmiştir.
"Şu vesika, mev'izenin nasıl karşılanmış olduğunu vuzuh ile gösteriyor:
"Elcezire cephesi Musul, Diyârbekir, Elâziz, Malatya, Bitlis, Van, Hakkâri Cephesi kumandanı Nihat paşadan Mehmed Âkif'e telgraf:
'Nasrullâh Câmi-i Şerîfi'nde îrâd buyurduğunuz mev'izeyi hâvî mecmûanızın ancak bir nüshası elde edilebilmiştir. Diyârbekir'in Câmi-i Kebîr'inde Cumâ namazından sonra kırâat edilerek, Mü'minîn-i hâzıra envâr-i mâneviyesinden hisseyâb-ı tenevvür ve tefeyyüz olmuşlardır. Fakat bu istifâde pek mahdûd kalacağından, Cephe mıntıkasını teşkîl eden Elâziz, Diyârbekir, Bitlis, Van vilâyetlerile civâr müstakil mutasarrıflıklar halkı da nasîbedâr edilmek ve şerefile hukûku doğrudan doğruya Zât-ı Âlînize âid olmak üzre, Diyârbekir Matbaası'nda tab' ve teksîr ettirilerek bütün Cepheye tevzî edilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın mesâi-i diyânet ve vatanperverinizi meşkûr eylemesi temennîsile ihtirâmâtımı takdîm eylerim.
"Elcezîre K. Nihâd, 10.2.337 1921.'
"Mehmed Âkif de şu cevabı vermiştir: