(Cumhuriyet, 10.2.1935, s. 8)
13 yaşında gazinolarda şarkı söylemeye başladı ve hemen "Büyük Şef"in dikkatini çekdi: "Küçük yaşına rağmen, ona yakınlık gösterdi ve hayatının içine soktu…" Bu îlânın çıktığı târihte, Safiye Hanım 18 yaşındadır…
***
"Paşa, bana bakıp: 'Senin sesin pek güzelmiş, öyle diyorlar' dedi. 'Bir şarkı söyler misin' […]
"Şarkıyı okudum, bitirdim. Şarkı bitince Paşa kadehinden bir yudum aldı ve yıllarca hiç aklımdan çıkmayacak olan şu sözleri söyledi:
'Bu kızın sesi ilerde daha da güzelleşecek. Onunla meşgul olsunlar. Kadife gibi bir sesi var.'
"Ata'nın, bana sofrasında yer verdiği gün, henüz on üç yaşındaydım. […] (Güngör / Ayla 2006: 14-16)
"Sonraki yıllarda Atatürk'le yakınlığımız daha da arttı"
"Sonraki yıllarda Atatürk'le yakınlığımız daha da arttı. Aradığı, sorduğu, hayatının içine soktuğu, zaman zaman gizlerini paylaştığı biri oldum. Bütün bunlarında ötesinde, küçük yaşıma karşın, Ata'nın gösterdiği yakınlığı koruyabilme çabam, olgun bir kişiliğe büründürmüştü beni. Susmasını, beklemesini, yerinde konuşmasını öğrenmiştim. Atatürk'ten sonra girdiğim çevrelerdeki tanıdığım insanlar karşısında kendime güvenim tamdı; ilişkiler daha kolaydı artık. […] (Güngör / Ayla 2006: 16)
"Yaşım on yediydi… Vücudumun kadınsı çizgileri yeni yeni ortaya çıkmaktaydı…"
"On yedi yaşına basıncaya dek, yani aradan geçen dört yıl boyunca Atatürk'ü hiç görmemiştim. […]
"Bir hayır kurumu yararına konserler vermek üzere Ankara'ya çağrıldım. [Sene 1935…] Ankara'da ikinci günümdü ki, Paşa'nın yaveri Rusuhi Bey aradı. Atatürk, Marmara Köşkü'nde beni bekliyormuş. […]
"Konser bitti. Marmara Köşkü'ne gittik. Atatürk, her zaman çevresinde bulunan kişilerle oturmuş rakı içiyordu.
"Yaşım on yediydi, evet… Mavi renkli dekolte bir elbiseyi, biraz da kadınca bir içgüdüyle giymiştim. Yanımda ünlü keman üstadı Nubar Tekyay vardı. Atatürk'ün yanına ulaşınca elini öptüm. Elimi bırakmadı. Masadakilere dönüp: 'Size demiştim, bu kız çok güzel olacak diye… İlerde daha da güzelleşecek…'
"Masada Atatürk'ün tam karşısına gelecek şekilde bize yer açtılar. Çok geçmeden Atatürk benden bir şarkı istedi. […]
"Atatürk çok keyiflendi ve kahkahalarla gülmeye başladı. 'Öyleyse gel beni öp!' dedi.
"Büyük bir coşku ve istekle kalkıp, önce Atatürk'ün elini, sonra da yanaklarını öptüm!
"O gece bana bol bol övgüler yağdırdı Atatürk. On yedi yaşında ve en güzel çağımdaydım. Vücudumun kadınsı çizgileri yeni yeni ortaya çıkmaktaydı. (Güngör / Ayla 2006: 17-19)
"O geceden sonra daha sık görüştük Ata'yle"
"Atatürk, bir ara, poker bilip bilmediğimi sordu. Biraz bildiğimi söyledim. Birlikte kalktık. Poker oynadık. Oyun bittiğinde sabah oluyordu. O geceyi Marmara Köşkü'nde geçirdim. Paşa beni çok sevmiş ve gönül okşayıcı sözler söylemişti. O geceden sonra daha sık görüştük Ata'yla. Ve her görüşmemizde hep onun övgü dolu sözleri, adeta nisan yağmurları gibi yağıyordu üstüme. […]
"Yaşadığı çağa damgasını vurmuş bu büyük insanla baş başa iki gece geçirdik. Heyecan dolu, şiir yüklü, tozpembe iki gece… O gecelerin unutulmaz anıları ruhumun derinliklerine sindi. Başkalarıyla asla paylaşamayacağım, kıskançlıkla koruduğum ve kalbimin en gizli köşelerinde sakladığım anılarımla sarhoş bir halde İstanbul'a döndüm. […] (Güngör / Ayla 2006: 19)
"Sesimle, dişiliğimle Ata'nın üzerinde iz bırakmıştım"
"Bir yaz sabahıydı. İstanbul Polis Müdürü evime kadar geldi, bir haber iletmek istiyordu. Atatürk Ankara'dan geliyormuş. Gelmeden önce haber göndermiş; 'Safiye Köşke (Florya Köşkü'ne) gelsin' demiş. Polis Müdürü: 'Köşk'ten gelip sizi alacaklar. Evden ayrılmayın. Bir yere gidecekseniz de, haber bırakın…' diye sıkıca tembihte bulundu.
"İşte yine mutlu günler kapımdaydı. Öyle anlaşılıyordu ki, sesimle, vücudumla, dişiliğimle, Ata'nın üzerinde birtakım izler bırakabilmiştim! Yoksa bir daha arar mıydı […] Köşk'ten gönderilen bir yaver beni almaya geldi. Birlikte Florya Köşkü'ne gittik. […] Beni görünce konuşmasını yarıda kesti. […] Beni yanı başına oturttu; biraz sonra da şarkı söylememi istedi. (Güngör / Ayla 2006: 20)
"On yedi yaşında ve en güzel çağımdaydım… O büyük adamın yalnızlığını paylaşan bir kadın olmuştum…"
***
"O büyük adamın yalnızlığını paylaşan bir kadın olmuştum"
"Bir zaman sonra, Atatürk'ten çağrılar alan, sofrasında belirli bir yeri olan, kimileyin o büyük adamın yalnızlığını paylaşan bir kadın olmuştum. O kendini tümüyle ülke ve toplum sorunlarına adamıştı. Bense, ne onun silâh arkadaşıydım, ne de mücadele arkadaşı… Ama onu dinlendiriyor, oyalamaya çalışıyordum. O, görkemli salonlarda kurulan sofralarda arkadaşlarıyla ülke sorunlarını tartışırken kızar, öfkelenirdi. Ben, konuşulan konuları dinler, ama pek anlamazdım. Ata'nın yanındaki yerimi ve görevimi iyi kavramıştım. Bu nedenle sınırımı aşmıyordum. Atatürk de benim bu ölçülü hallerimden pek memnundu. […] (Güngör / Ayla 2006: 21)
"Birçok kadının kocası, Atatürk'ün, eşlerine hoşlanarak bakmasından gurûr duyarlardı"
"Dönemin tanınmış ya da tanınmamış birçok kadını, onun sofrasında görülürdü. Ve bu kadınlar, Paşa'dan iltifat görmek için çevresinde adeta pervane olurlardı. Hatta birçok kadının kocası, Atatürk'ün, eşlerine hoşlanarak bakmasından gurur duyarlardı… İşte o kadınlar, Ata'nın bana mültefit davranması yüzünden kıskançlık duygularına kapılıyorlardı. O kıskançlıkla birtakım yakıştırmalar yapıyorlardı. […] (Güngör / Ayla 2006: 21)

14