Şükûfe Nihal'e MukâyeseliEdebiyât diliyle cevâb
Hakîkîmânâda "taklîd" ve "intihâl" ile "ilhâm"ı birbirine karıştırarak Mehmed Âkif'e "mukallidlik", "müntahillik" yakıştıran Şükûfe Nihal'e MukâyeseliEdebiyât diliyle cevâb vereceğiz.
Bizde, pek çok şâir ve muharrir, uluorta, taklîdleveyâintihâl yapmakla ithâm edilir. Bunlardan biri de, Orhan Veli'dir. Ona birçok müellif tarafından yöneltilen intihâlithâmını bir "akademik makâle"mizemevzû edinmiş ve bu makâlenin başında, MukâyeseliEdebiyât noktainazarından bu mes'eleyemütedâirbâzıesâslar serdetmiştik. 2008'de, Erdem; Atatürk Kültür Merkezi Dergisi'nde neşredilen " 'Koyunu Hazmederek Arslan Kalmak'; Orhan Veli'ye Yöneltilen Taklit ve İntihal Suçlamaları" başlıklı makâlemizin o başlangıckısmı, hem ŞükûfeNihal'e, hem da onun gibi sathî bir yaklaşımla veyâard niyetli veyâhudnefsânîsâik̆lerle hareket edenlere bir cevâbdır:
"Her bir ferdin ve bu arada her bir sanatkârın, bir dereceye kadar, içinden çıktığı cemiyetin ve muhitin, dolayısıyla bunlara şekil veren muayyen bir dünya görüşünün, geleneklerin, kültür birikiminin çocuğu olduğu hakikatini tartışmaya lüzum var mıdır Hepimiz evvela mensup olduğumuz topluluk tarafından yoğrulmuyor muyuz Şahsıyet farklarımızı, kendimize has yönlerimizi de yine muhitimizden kazandıklarımızdan, bu ilk müktesebatımızdan yola çıkarak bir ömür boyu adım adım geliştirmiyor muyuz Şahsiyetimizdeki bu farklılaşma da,tabiatiyle, öncelikle her birimizin diğerinden farklı hayat çizgisi ve bu çizgi boyunca bir taraftan ona katılan yeni unsurların meydana getirdiği terkipler, diğer taraftan da, -en azından icatçı bir yapısı olanlarımız için- yeni fikirler icat edip bunları kendi zihnî yapımızla, dünya görüşümüzle kaynaştırma, bu meyanda acı tatlı hâtıralarla veya şuurlu bir takım manevî tecrübelerle ruh ve his dünyamızı zenginleştirme ve derinleştirme yoluyla olmuyor mu Böylece, "şahsıyetli" insanlar, içinden çıktıkları muhitten aldıkları özü koruyarak, başka muhitlerden, başka dünyalardan aldıkları yahut icatçı bir hamleyle ona bizzat kattıkları yeni unsurlarla "öz"lerini zenginleştirmekte, hep esasta kendileri olarak kalıp, farklı kalıp (ki şahsıyet, farklılıktan başka nedir ki) kendilerini ve kendi şahıslarında da mensup oldukları topluluğu geliştirmekte değiller midir
"İşte bu vâkıalara, belki hepimiz için bedâhat ("evidence") derecesinde açık olan bu hakikatlere binaendir ki bütünüyle orijinal bir şahsıyete, bir topluluk veya kültüre, bir fikir veya ilim adamına, bir sanatkâra tesâdüf etmek, hatta bunları tahayyül etmek dahi mümkün değildir. Yine bu sebepledir ki Fransız yazarı Giraudoux'nuntesbitini büyük bir iştirâk hissiyle okuyoruz: «İntihâl bütün edebiyatların temelidir. Elbette ilki hâriç! Ki o da bizce meçhûl! (Le plagiatest la base de toutesleslitteratures, excepte de la premiere, quid'ailleursestinconnue.)» (Le NouveauPetit Robert, Paris, 2001, article "Plagiat") Şu kadar ki buradaki «intihal» kelimesini mecâzîmânâda, yâni ilham kaynağı mânâsında kabul etmek gerekir. Yoksa, başkasından yaptığı iktibası, kaynağını saklayarak kendine mâl etmenin, kendi buluşuymuş gibi göstermenin büyük bir ahlâksızlık olduğu tabiî ki tartışılacak bir husus değildir.
"Bir diğer Fransız yazar, şair ve düşünürü de aynı tesbiti pek güzel bir teşbihle ifade eder: «Başkalarıyla beslenmek, orijinal olmanın da, kendisi olmanın da tâ kendisidir! Fakat onları hazmetmek gerekir. Nitekim arslan da hazmedilmiş koyundan meydana gelir. (Rien de plusoriginal, rien de plussoique de se nourrirdesautres. Mais il fautlesdigerer. Le lionestfait de moutonassimile.)» Paul Valery'nin bu sözünü Guyard'ınMukayeseli Edebiyat (La Litteraturecomparee) kitabının Önsöz'ünde nakleden Jean-Marie Carre, bugünkü mukayeseli edebiyat anlayışını onun bu sözüne istinad ettirir:
«Mukayeseli edebiyat, esas itibariyle, eserleri aslî değerleri ile ele almaz, daha ziyade, her milletin, her yazarın diğerlerinden yaptığı iktibaslar üzerindeki istihâleleri kendine mesele edinir. Kim bir tesirden bahsediyorsa, çok kere yorum, aksülamel, mukavemet veya mücâdeleden bahsediyor demektir.(La litteraturecomparee ne considere pas essentiellementlesœuvres dans leurvaleuroriginale, maiss'attachesurtoutauxtransformationsquechaquenation, chaqueauteurfaitsubir a ses emprunts. Qui dit influence dit souventinterpretation, reaction, resistance, combat.)» (La Preface de Jean-Marie Carre a La Litteraturecomparee de Marius-François Guyard, Paris: PUF/Coll. QueSais-Je, 1965, p. 6)
"Binaenaleyh, hangi yazar veyâ sanatkârın kimin tesiri altında kaldığını araştırmak, ancak bir ilk adım olabilir; asıl mukayeseli edebiyat çalışması ise, incelenen sanatkârın bu tesiri nasıl hazmettiği, nasıl dönüştürdüğü, eserinin bütünüyle nasıl kaynaştırdığı, onun içinde nasıl hissedilmeyecek derecede erittiği noktasında başlamaktadır.
"Hâl böyleyken, ne hikmettir bilinmez, bizde, yazar-şair zümresinin, her fırsatta birbirini «intihal», o da olmazsa «taklit»le itham ettiği görülür. Bu tavır, bu camiada, neredeyse salgın bir hastalık mesabesindedir. Düşünülmez ki bir zamanlar Arap ve Fars edebiyatlarından, çağdaş devirde de Fransız ve daha umumî olarak Batı edebiyatlarından istifade ederek, özümüzü kaybetmeden millî edebiyatımızı zengileştirmede, geliştirmede ne kötülük olabilir Aksine, bu, eşyanın tabiatı icabı değil midir
"Pekâlâ, gerçekten intihalle itham edilecek hiçbir yazar, şair, sanatkâr, ilim veyâ fikir adamı yok mudur Muhakkak ki böyle bir tefrit içinde de değiliz. Böyleleri herhâlde vardır. Fakat, bunları, hakikaten güçlü bir sanatkâr şahsıyetinesâhib olanlar içinde değil, bunların dışında kalanlar arasında aramak daha akla yakındır. Her hâlükârda, bu ağır ithamda bulunurken, sap ile samanı karıştırmamak lâzımdır. İlham almak, örnek almak, istifade etmek başkadır, intihal veyâşahsıyetsiz bir taklit tavrı başkadır. Bir eser sahibine "müntahil (intihal eden)" damgasını vururken, kılı kırk yarmak, insâflı olmak, ölçüyü doğru koymak iktizâ eder. Çok defa, intihalle itham edilen bir eser sâhibinin, istifade veyâilhâmdan öteye bir «kabahat»inin olmadığı görülmektedir ki bu da hiç şüphesiz bir kusur değil, bilakis bir fazilettir. Hele, bir başka dilde yazılmış bir şiir veya onun bir parçasıyla karşı karşıya olduğumuzda daha da hassaslaşmak gerekir; zira, şiirin tercüme edilebilirliği bile bütün dünyada büyük bir tartışma konusu iken, onun intihal edilmesi nasıl mümkün olabilir "Tercüme" denilen bir şiirin dahi, çok kere, varış dilinde yeni bir ibdâ, bir "yaratı" olduğunu gözleyedururken bir şiirin yabancı bir dildeki bir başka şiirden intihal edildiğini nasıl iddia edebileceğiz Üstelik, bu şiir, katı bir şekille, muayyen bir vezin ve kafiye sistemiyle, bir mûsikî mimarisiyle örülmüş ise
"Maalesef, bizdeki intiba odur ki hususen sanatkârlarımız, bu intihal silâhını birbirlerine karşı daha ziyade ideolojik bir art niyet ve/veya kıskançlık eseri olarak kullanmaktadırlar. Bu ithamlarında hakikat endişesine rastlamak pek de kabil olmamaktadır.
"Bu incelememizde ele aldığımız Orhan Veli misali, bu tezimizin delillerinden biridir. Zira o da, daha sağlığında bu ithamlara maruz kalan sanatkârlarımız arasında yer almaktadır. İlh…" (Ş. Alparslan Yasa, " 'Koyunu Hazmederek Arslan Kalmak'; Orhan Veli'ye Yöneltilen Taklit ve İntihal Suçlamaları", Erdem; Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 2008/52: 261-276 içinde ss. 262-264. Makâledemecbûren Dil Kurumu'nun imlâsı kullanılmıştır… Metne, "konu", "düşünür", "gelenek" gibi, birkaç Uydurmaca kelime de bulaşmıştır…)
Şükûfe Nihal'in hayâtı hakkında mâlûmât
Hakkında Bir Cumhuriyet Kadını Şükûfe Nihal isimli bir kitab (İstanbul: Timaş Yl., 2011, 408 s.) têlîf etmiş olan Prof. Dr. Hülya Argunşah, Şükûfe Nihal'i hülâsaten şöyle tanıtır:
"20. yüzyıl başı Türk edebiyatında şiir, roman ve hikâye yazarı olarak tanınan Şükûfe Nihal, İnasDarülfünunu'na devam etmiş, Darülfünun'dan mezun olmuş ilk Türk kadınıdır. Mütareke günlerinde İstanbul'da Millî Mücadele'yi teşvik eden gizli teşkilatların çalışmalarına katılmış, İstanbul mitinglerinde konuşma yapmıştır. Hayatı boyunca kadınların eğitimi konusunda duyarlı olan yazar, onların siyasi ve sosyal haklarını elde etmeleri konusunda yazılar yazmıştır. Türkiye'de Haziran 1923'te kurulan ilk siyasal parti olan Kadınlar Halk Fırkası'nın kurucuları arasındadır. Partinin genel sekreterliği ve basın sözcülüğü görevini yürütmüştür."
Aynı müellifin, iki İnternet ansiklopedisinde "Şükûfe Nihal" maddesi olarak kaleme aldığı iki makâleden, hayâtınınumûmî seyri hakkında şu gibi bilgiler ediniliyor:
"Şükûfe Nihal, 1896 yılında İstanbul'da doğar. İbnülemin Mahmut Kemal'in Son Asır Türk Şairleri'nde yer verilen mektubuna göre kültürlü ve sarayla münasebeti olan seçkin bir aileye mensuptur. Babası eczacı Miralay Ahmet Abdullah Bey, Osmanlı sultanı V. Murad'ın sertabipliğine kadar yükselen Doktor Emin Paşa'nın oğludur. Annesi Nazire Hanım ise Binbaşı Şevket Bey'in kızıdır. Yetişme çağlarında babasının görevleri dolayısıyla Osmanlı coğrafyasının Şam, Beyrut, Manastır, Selanik gibi farklı yerlerinde yaşayan sanatçı, sonraki yıllarda Anadolu ve Avrupa seyahatlerindeki kesintiler dışında genel anlamıyla hayatını İstanbul'da sürdürmüştür. […]