Türk tarihinin görkemli atlımlar ve büyük başarılarla yazılan sayfalarını Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme döneminin sonlarında batının sömürgesi durumuna düşüren tutumlar nedeniyle karartan padişah-halife yönetimi
MUSTAFA KEMAL önderliğindeki ölüm-kalım savaşının kazanılmasıyla, sona erdirilmiştir. Osmanlı yönetiminin yanlışlıklarını, yanılgılarını, kötülüklerini yakından izleme ve saptama olanağı bulan MUSTAFA KEMAL, daha Harp Akademisi öğrencisi iken arkadaşlarıyla yaptığı tartışmada eleştirilerini açıklamış, Yıldırım Orduları Komutanlığı'nı bırakıp İstanbul'a gelirken uğradığı Adana'da "Cumhuriyetin ilanı gerektiğini..." söylemiş, 1918 Kasım ayından başlayarak Anadolu'nun kucağında yapılacak girişimleri düşünüp düzenlemeye ağırlık vermiştir.
Ülkemizin sömürgeci batılı güçler tarafından işgaliyle bozulma ve çözülme sürecine girilince her alanda tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve çağdaşlık amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Milliye ateşiyle başlatarak zafere ulaştırmıştır. Tanımı güç direnmeler, yoksunluklar ve güçlükler aşılarak kazanılan zafer, Türk varlığının sonsuza değin bağımsız yaşama istencinin siyasal anıtı olan Lozan Barış Antlaşması'yla dünyaya benimsetilmiştir.
30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Savaşı'nın kıvanç veren sonucuyla birlikte gelen kazanmalarını MUSTAFA KEMAL'in yurtseverliğine, eşsiz öngörülerine, bilgi, yetenek ve çalışmalarına borçluyuz. Tarihte eşi görülmemiş bir komutan ve devlet adamı olarak başardıklarını ve hepimizi gönendiren sonuçlara ilişkin duygu ve düşünceleriyle yaklaşımlarını tanımlamak güçtür. Bugüne kadar hiçbir eyleminde yanlışlık görülmemiş, hiçbir sözünde yanılma saptanmamıştır. İleri görüşlülüğüne ilişkin sözleri ülkemizin ve devletimizin bugünkü durumunu ve yarınki yerini açıklıkla ortaya koymaktadır. Bilime, bilgiye, ulusal ve yaşamsal ilkelere verdiği değer, evrensel ölçüleriyle insanlık ve insan haklarına ilişkin değerlendirmeleri her insanının izleyip özümseyeceği önemdedir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp Başkomutanlık görevine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmadan sonra 12 Ocak 1923'te Eskişehir'den başladığı Marmara ve Ege bölgesi gezisi sırasında Ankara'daki kimi Orta Anadolu milletvekilleri Meclis basımevinde bastırıp dağıttıkları bildiri ile Mustafa Kemal'in padişah ve halife olması önerilerine asla yakın durmamış, sıcak bakmamış, elinin tersiyle iterek cumhuriyet düşüncesine karşı çıkan arkadaşlarının sıkıştırmalarını da geçiştirerek amacına ulaşmıştır. İstese hemen, çok kolay biçimde padişah-halife olabilirdi. Ama yıllarca Ulusal bir sır gibi içinde sakladığı cumhuriyeti, tam bir halk yönetimi olarak yaşama geçirmiş ve Gençliğe Sesleniş'inde kutsal bir emanet olarak nitelemiştir. 600 yılı aşan Osmanlı yönetiminin alışkanlıklarını kırmak ve düzeltmek, savaşlar nedeniyle yoksul ve yoksun düşen insanları uygarlık atılımlarına çağırıp ortak etmek, yeni devletin düşünsel temellerini hukukla örmek, ulusal yaşamın dokuyucusu ve güvencesi yasaları yürürlüğe koymak, yolları, demiryollarını, havaalanlarını, okulları, hastaneleri, üniversiteleri açmak, borç almadan ekonomiyi canlandırmak, hepsinden önemlisi, günümüzde bile gericilerle tutucuların karalamaya çalıştığı düşünce ve vicdan özgürlüğünün güvencesi lâikliği benimsetmek, kadın erkek eşitliğini sağlamak, "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle insanlık ülküsünü yüceltmek, Osmanlı borçlarını ödemeyi (son taksidi 1954'te ödendi) üstlenmek kolay kotarılacak iş değildi. Uluslararası anlaşma ve antlaşmalarla sağladığı ulusal güvenlik, önde gelen bir başarısı olmakla birlikte, 3 Mart 1924 günlü, 329,330 ve 331 no.lu yasalarla sona getirdiği 20 Nisan 1924 günlü ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Türk Ulusunun göğsüne taktığı ölümsüzlük madalyalarıdır.