Bugün 23 Nisan

Milli hakimiyetin tesisi yolunda Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 102. yıldönümü. Bunun üzerine bugün çok şey okuyacak çok şey duyacağızdır. Birçok ezber tekrarlanacak, birçok basit hakikat de bu ezberlerin altında gizlenecektir. Öncelikle hatırlanması gereken bir şey en önemli sonucu Osmanlı devletinin yenilmesi ve işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş birçok devlet içinde hala meclis kurumunu açık tutan tek devletin Türkiye olmasıdır. Osmanlı'nın işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulan ülkelerin hepsi işgalci güçlerle anlaşmalarla yöneticiliği tesis edilmiş diktatörlere veya ailelere devredilmiştir. Hiçbirinde bir meclis kurulmadığı gibi o ülkelerin birçoğunda hala işleyen bir meclis ve millet hakimiyeti mefhumundan eser bırakılmamıştır. Çünkü o toprakların ve halkların hepsi kendilerini bir millete ait görmüştür. Millet hakimiyeti aynı zamanda Osmanlı milletine mensubiyetin de ifadesidir ve yerine kurulan yeni devlet üzerinden yeni bir millet tanımı yapmak ve bu mevhum milletin hakimiyeti kavramını tesis etmek o kadar kolay olmamıştır. Aradan geçen yüzyıl içinde laik-Arap milliyetçiliği üzerinden geliştirilmeye çalışılan tanımlar bile İslam'la başedilemediği için sorun yaratmaya devam etmiştir. O yüzden bu toprakları "milli hakimiyet" veya "halk iradesi" gibi kavramlara dayalı kurumlarla kontrol etmek mümkün olmadığı için buralara reva görülen yönetimler diktatörlükler olmuştur. Arap Baharı sürecinde ayağa kalkan halkların "halk istiyor" sloganını merkeze almaları tesadüf olmadığı gibi bu halk isteğinin giderek bütün bu ülkeleri birbirine yakınlaştırması da "kayıp bir milli hakimiyet mefhumuna" olan hasreti de ifade etmiştir. "Halk istiyor" şeklinde yankılanan sloganlar, "isteyen, irade eden, kararına sahip" bir halk özlemini yansıtıyordu.Bu arada milli hakimiyet düsturuyla hareket etmiş olan TBMM'nin Türkiye'nin ilk meclis tecrübesi olmadığını bugün hatırlatmak durumunda kalıyor olmamız da Türkiye'nin nasıl bir ideolojik tarihyazımına maruz kalmış olduğunu gösteriyor. Oysa Meclis-i Mebusanın Ankara'ya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir Meclistir TBMM. Dolayısıyla Hakimiyet-i milliye mefhumunun ilk doğduğu yer de değil. Bu Meclisin çatısı altında Milli Mücadelenin yürütülmüş olduğu ve bugün içinde yaşadığımız devletin kurucu tartışmalarının yapıldığı, sonradan üstünün milli hakimiyet ilkesiyle pek de bağdaşmayacak şekilde örtüldüğü de bir gerçektir. 1. Meclis ile 2. Meclis arasında sadece bir kararla ortaya çıkan açık hakimiyet-i milliye farkı, sonradan ulusal egemenlik olarak ifade edilecek olan temsilin ne kadar söylemsel bir kurgu olabildiğini de gösteriyor. "Hakimiyetin bilâ kayd-u şart millete ait olduğu" ilkesine dayalı olarak kurulan 1. Meclis'te millet kavramı da vatan kavramı da istiklal kavramı da sonradan bu meclisle elde edilen meşruiyet üzerine inşa edilen yeni rejimde bambaşka anlamlara kavuştu. Mesela 1. Mecliste başkanın hemen arkasındaki duvarda asılı olan "Onların işleri aralarında Şûrâ iledir" Ayeti Celilesinin 2. Meclisin toplanmasıyla birlikte apar topar kaldırılması, milli hakimiyetin bir kararı değildi elbet. Haddi zatında 2. Meclis'in oluşumu bile Milli Hakimiyetin işleyişinin bir sonucu değildi. Yine Millî Mücadeleyi bizzat yönetmiş olan ve milleti temsil kabiliyeti oldukça yüksek olan bir Meclisin bir emrivakiyle feshedilme şekli ve gerekçeleri de ardından kurulan 2. Meclisin üyelerinin seçimi de neresinden bakarsanız Milli Hakimiyet kavramının daha başta nasıl bir yara almış olduğunu gösteriyor. "Halka rağmen, halk için" hareket eden küçük bir grubun, millet adına hakimiyeti üstlenen bir zümrenin elinde başta Meclis'in etkinliğinin uzun süre askıya alındığı bir tarihi var TBMM'nin. Bundan sonra oluşturulan Meclisin üyelerinin hiçbiri halk tarafından belirlenmemiş, hepsi de Ankara'dan ve tamamen kurucu iradeye sadakat ölçüsüne göre seçilmiştir.Kuşkusuz 1950 yılından