Ümmet gerçeğinden kim bir tehdit algılar

Tabi bu yüzleşmenin bir sorgulamaya hatta bir yargılamaya değişmesi kaçınılmaz. Türkiye'de yıllarca başörtüsü yasağı normal bir uygulama gibi kabul edildi. Siyasal simge dendi, dini simge dendi, laiklik dendi, şu dendi bu dendi ama Müslüman halkın gözlerinin içine bakıla bakıla bu uygulama yapıldı.

Dünyanın her yanında başörtüsüne yan gözle bakmak bile İslam düşmanlığıyla aynı anlama gelirken bizde enteresan bir laiklik takıntısı adına koskoca siyasetçiler, bilim adamları, gazeteciler, okumuş elitler bu uygulamayı normal bir şeymiş gibi savundular, uyguladılar. O zamanlar Müslümanlar kibarlıklarından mı, tartışmayı daha fazla derinleştirmemek adına mı, karışlarına bu yasağın ideolojik referansı olarak konulan despotik kültlerle karşı karşıya kalmamak adına mı ne, hiç adını adınca koymadılar. Başörtüsü yasağının doğrudan İslam düşmanlığı olduğunu, başörtüsünü yasaklamayı aklından geçiren birinin Müslüman olamayacağını, dolayısıyla bu topraklarla, bu vatanla ciddi bir sorunu olduğunu söylemediler. Başörtüsü yasağını ancak bu ülkeye işgalci konumunda olanların düşünüp uygulayabileceğini de söylemediler.Başörtüsüne gelinceye kadar tabi İslam'ın başka bir sürü değeri, sembolü, şiarı, kavramı tahkir edildi. Alfabe değişikliğinin bir gerekçesi İslam'la ilgili değildi. Sözümona okur-yazarlığı daha fazla artırmak için olduğu söylendi, Arapça alfabenin zor olduğu, Türkçenin dil yapısını Latince kadar güçlü bir şekilde yansıtmadığı söylendi. Bu gerekçeler burada kalsa iyi, ama hemen ardından Arapçaya yönelik tahkir edici ifadeler küçücük çocukların, bizim çocuklarımızın dimağına işlenmeye çalışıldı. Arapça yazı artık sadece zor değildi, ilkeldi, geri kafalı bir toplumun geride kalmış karanlık bir yazısıydı. Bu çocuklar ne zaman Arapçanın dünyanın en güçlü dillerinden biri olduğunu, bu dille tam 1400 sene boyunca emsalsiz medeniyetler altında bilim, edebiyat ve felsefe yapıldığını öğreneceklerdiTahkir edilen kavramlardan biri de ümmet tabi. Ulus olmuştuk ya bir kez, ümmet zararlı bir şeydi. Selçuklu ve Osmanlı Türklerini asırlarca üç kıtada dünya gücü olarak tutmuş bir değer, bir kimlik algısı olarak ümmet ulus olduğumuzda zararlı bir algıya dönüştü. Neden Bizim üç kıtadan 781 bin metrekareye sıkışıp kalmamızın sebebi miydi ümmet Türklerle, Kürtlerle, Araplarla kardeşlik algısının en yüksek ifadesi olarak ümmetin kim ne zararını görmüştüFayda zarar kısmını bir kenara bırakalım. O açıdan bakıldığımızda ümmet olmaktan ne kadar uzaklaştıysak o kadar küçüldük, o kadar zayıfladık, o kadar önemsizleştik. Bu çok net.Ancak olayın bir de İslam'la ilgili boyutu var. Ümmettin ulusa çekilmiş olmamızın bir yenilginin sonucu olduğunu da unuttuk, bütün bir ulusal bilincimizi ümmete sövmek üzerinden kurduk. Ümmete sövmenin, ümmet kavramını aşağılamanın bizatihi İslam'a sövmek, İslam'a düşmanlık etmek demek olduğunu kimse yüzlerine okumadı bunların. Müslümanlar bir ümmettir. Bir vücudun azaları gibidirler, bir tarafları yaralandığında vücudun tamamında bu acı, bu sızı hissedilir. Ümmet olan Türkler Kürdün başına bir musibet geldiğinde onun acısını taa kalbinde hisseder. Ümmet olan Kürtler, Araplardan kendini ayrı görmez, Arap Kürtlerden ve Türklerden kendini ayrı görmez. Bunu ümmetin bir parçası olmayanlar elbette bilmezler. Ümmet olmayı basit bir ideolojik tercih zannedenlere hatırlatırız: Her gün her Müslümanın defalarca okuduğu Fatiha suresi, yani Kur'an-ı Kerimin başlangıcında Müslümanlar Allah'a "biz yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz, bizi doğru yola ilet" diye hitap ederler. Namazı yalnız kıldıklarında bile bu duayı "biz" diye okurlar