Tarihe sadakat gösterilmezse hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır
Yakın tarihin neden tarihimizin en karanlık tarafını oluşturduğunu sorduğumuz yazımıza gelen bazı yorumlar, tepkiler ve sorular konunun daha iyi açılmasını gerektiriyor. Öncelikle söyleyelim ki yakın tarihin daha karanlık olması hiç de işin tabiatından değildir. Daha yakın tarihi öğrenmekle ilgili her zaman daha fazla imkân vardır. Yani normalde öyledir, öyle olmalı. Hemen dün olmuş olaylarla ilgili bir karartmanın sıkı bir medya ve söylem yönetimiyle tesis edilmesi, edilse bile bunun başarılabilmesiYakın tarihin neden tarihimizin en karanlık tarafını oluşturduğunu sorduğumuz yazımıza gelen bazı yorumlar, tepkiler ve sorular konunun daha iyi açılmasını gerektiriyor. Öncelikle söyleyelim ki yakın tarihin daha karanlık olması hiç de işin tabiatından değildir. Daha yakın tarihi öğrenmekle ilgili her zaman daha fazla imkân vardır. Yani normalde öyledir, öyle olmalı. Hemen dün olmuş olaylarla ilgili bir karartmanın sıkı bir medya ve söylem yönetimiyle tesis edilmesi, edilse bile bunun başarılabilmesi çok nadiren gerçekleşebilen bir hadisedir. En ağır istibdat şartlarında bile olup bitenlerle ilgili halk söylentileri üzerinde bir mutlak denetim kurabilmek mümkün değildir. Bir tarafta istibdat kendi resmi söylemini, başka söylemlerin kitlesel tedavülünü engelleyerek hâkim kılsa bile halkın kendi arasında bir tarih anlatısının dolaşımını tamamen engelleyemez. Zaten tam da bu nedenden dolayı Tek Parti yıllarında yaşanan istibdat sahneleriyle ilgili canlı şahitler en zengin tarihyazımı kaynakları olarak ve resmi söyleme inat akmaya devam etmiştir. Ne var ki, halkın değil, ancak ilgili bazı resmi şahsiyetlerin şahitliğiyle gerçekleşen olaylarla ilgili tarihyazımı halkın vakıf olabileceği bir alan olmamıştır. Bahsettiğimiz tarih karartması bilhassa o alanlarda cereyan etmiştir."Mustafa Kemal ve silah arkadaşları" diye bir klişe deyimimiz vardır mesela. Millî Mücadelenin baş aktörleri olarak zikredilen bu "arkadaşlar"ın tamamının kademeli olarak ama daha işin başında saf dışı bırakıldığı herkesin malumu ama kimsenin konuşmadığı bir büyük olaydır. Bunların neredeyse tamamı Cumhuriyet Halk Fırkası'na yönelttikleri eleştirilerle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuş ama bu da 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanılarak, yani Şeyh Sait İsyanının oluşturduğu atmosferle ilişkilendirilerek kapatılmış böylece bütün bu "arkadaşlar" tasfiye edilmiş. Yani sonradan oluşturulan Tek Parti yönetimine dayalı Cumhuriyetin içinde Mustafa Kemal'in dışındaki silah arkadaşlarının (Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele) hiçbiri yer almamış, yer alanların çoğu Milli Mücadelede hiçbir rolü olmayan, her şey olup bittikten sonra sürece katılanlar olmuştur. Bu kişilerden özellikle Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi Milli Mücadelenin üç sacayağından ikisi, hani tam da onlar da olmasaydı olmazdı denilecek ikisi, bir de İzmir Suikastiyle zoraki olarak ilişkilendirildikleri için canlarını zor kurtardılar. Bu "silah arkadaşları"nın tasfiyesi halk nezdinde açıklamaya muhtaç bir konuydu elbet. Milli Mücadelenin bütün meşruiyetini ve gücünü dayandırdığı saltanat ve hilafet lağvedilmiş, 334 sandalyeli Meclis'te 158 milletvekilinin katılımıyla Cumhuriyet de ilan edilmiş, Cumhurbaşkanı da seçilmiş. Bunların da izaha ihtiyacı vardır. Ama bütün bu olağanüstü yetkileri kullanmayı bile mümkün kılabilmiş olan gücün ortakları olan bu arkadaşların tasfiyesinin de ayrı bir izaha ihtiyacı vardır. 36 saat boyunca Mecliste irat edilmiş olan Nutuk'un aslında en önemli gündemlerinden biri tam da bu tasfiyenin izahıdır. Ancak bu izah tek taraflı suçlamalarla, ithamlarla ve hükümlerle dolu bir izahtır. Bütün Milli Mücadele tarihi fikrinin tek başına kendi zihninde doğmuş ve planlamasının da tek başına kendisi tarafından yapılmış olduğunu anlatan, her şeyin merkezine tek başına anlatıcısını koyan bir anlatımdır. Sadaka niyetine başka hiç kimseye ulaşılan başarılardan veya sonuçlardan hiçbir pay ayırmayan bu anlatımın bu boyutunu Taha Parla çok iyi analiz etmiştir (Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Atatürk'ün Nutuk'u, İletişim Yayınları). Nutuk'ta hakkında "gaflet", "delalet", "bedbahtlık", "akılsızlık" hatta "hıyanet" suçlaması yapılan isimlerin imkânı kendini savunma imkanı yoktur. Bu imkân daha sonra da kendilerine tanınmamıştır. Çoğu ya ölmüştür ya hapistedir ya sürgünde veya Takrir-i Sükun Kanunu dolayısıyla susturulmuş basın dolayısıyla cevap verebilecek imkandan tamamen mahrumdur. Kazım Karabekir bile hakkındaki suçlamalara 5 yıl sonra cevap vermeye teşebbüs etmiş ama bu teşebbüsünden dolayı başına gelmeyen kalmamış ve kitabı matbaadan alınıp yakılmış, muhtemelen mevcut nüshaların peşine, baskınlarla, hafiyelerle düşülmüş ve Nutuk'taki sözün üstüne söz söyleyebilecek herhangi bir sözün sadır olma ihtimali daha doğmadan katledilmiştir. Milli Mücadele tarihinin en önemli kişisi olarak Mustafa Kemal'in Nutuk'u elbette bir tarihyazımı için çok önemli ve değerli bir kaynak. Ama ne kadar önemli olursa olsun, bu kaynak kendisinin dışındaki başka anlatımların önünü keserek konuşuyorsa orada bir sorun olduğunu kim görmezden gelebilir