Şehir yönetimine talip olanlardan ne bekliyoruz

Yerel yönetim seçimlerine gittiğimiz bugünlerde şehrin yönetimine talip olanlardan ne bekliyoruz Yönetime talip olanlar, istedikleri oy karşılığında halka ne vaat ediyorlar. Bu beklentilerle vaatler arasındaki diyalog demokrasinin özü, ama aynı zamanda bir toplumun kalitesini de gösteriyor. Yöneticiden talep edilenler, talep etme biçimi bir medeniyetin bütün inceliklerini veya kabalıklarını, sıradanlığını veya özgünlüğünü izleyebileceğimiz yerler. Neticede ortaya çıkan şehirlerimiz de bu alacak-verecek, beklenti ve sonuç ilişkisinin bir hasılası olarak ortaya çıkar.Şehir yönetimi sadece bilimsel ve teknik yöntemlerin en iyi şekilde kullanılarak, mükemmel geometrik şekillere ulaşılan bir uygulamalar dizisinden ibaret değil. Hatta şehir ahalisinin su, aş, ulaşım ve temizlik ihtiyaçlarının mükemmel bir mekanik organizasyonla görüldüğü bir performanstan ibaret de değil. Şehrin barındırdığı ekonomik sınıfsal, kültürel ve etnik farklılıkların iyi ve adil yönetimidir esas olan.Bu açıdan bakıldığında bugünün şehirlerinin ahvali elbette farklı klasmanlara ve değerlendirmelere konu olabilir. Her şeyden önce, şehirliliğin içerdiği borcu hatırladığımızda konunun sadece "yönetim"le sınırlı olmadığını da görmüş oluruz. Şehir tabiatı itibariyle karmaşık bir ilişkiler ağı, büyük şehir ise karmakarışık bir ilişkiler ağının oluşturduğu bir sosyal yapıdır.Bu ağ içinde yönetenler kadar yönetilenlerin de kalitesi çok önemli. Çok yakındığımız dikey yapılanmalar, içinde insan bulunmayan ama lüks mekanlar, komşuluk ilişkilerinin azalması, steril güvenlik sitelerinin oluşumu gibi sorunlar sadece yönetenlerin ürettiği sorunlar değil insanlık durumumuzun trajik bir gelişimiyle ilgili bir sorun.Ünlü Alman filozofu Martin Heidegger'in teknolojinin tabiatına atfettiği bir gâye, insanın da içinde sadece üzerine düşeni yaparak tamamladığı bir süreç, bütün dünyayı yavaş yavaş bir kıyamete doğru sürüklüyor. Çok karamsar bir bakış açısıyla resmettiği bu çağdaş varoluş içinde Heidegger işin içinden "bizi ancak bir Tanrı kurtarabilir" diyerek çıkmıştı.Aslında çıkamamıştı. Dünyayı böyle resmettiğinde insana hiçbir sorumluluk da bırakmayan bir kaderciliğe veya hatta etik ibahiyeye kadar işi götürmek de mümkündü.Şehirle ilgili şikâyet edilen bütün olumsuzluklar büyük ölçüde insanların şehre, diğer insanlara veya başkalarına olan borçlarını unutmalarının, ihmal etmelerinin veya inkâr etmelerinin bir sonucu. Unutma, ihmal veya inkâr, her biri farklı bir sorumsuzluk düzeyi olarak şehri bizim için başka insanlarla bir beden olma nimeti kılmak yerine farkında bile olmadığımız bir kıyamete doğru sürüklenmemizin mecrası kılar.Şehir hayatının kendiliğinden yüklediği işbölümü içinde kimse borçtan muaf değildir demiştik. O yüzden, mesela, sivil toplum örgütlerimiz, kanaat önderlerimiz, cemaat teşekküllerimiz, meslek gruplarımız şehirlerimizde yaşanan olumsuzlukları sadece bir kesime, bir yöneticiye yükleyerek işin içinden sıyrılamazlar.Onlar da şehrin tabiatında mündemiç olan taksim-i amelle nasıl bir sorumluluk yüklenmek durumunda olduklarını yeterince düşünüyorlar mı Düşünmüyorlarsa borçlarını da bilmiyorlar demektir. Borçlarını bilmeyen, tanımayan, inkâr eden bir toplumda, hiçbir şeyin hesabı da doğru dürüst tutulamaz.Kamu arazisine bir cami kondurmak suretiyle kendi cemaatinin çıkarına yapmak istediği imar değişiklikleri için emrivaki yapma telaşına düşen nice kanaat önderi gördük. Kendine göre hayırlı işler yaptığını düşünen, kendi kendine not veren, kendi kendini değerlendiren bir yaklaşımla başka insanlara, kamuya, hiçbir borcu olmadığını düşünme noktasına ulaşanlar da şehri oluşturan toplumsal bünyenin bir organıdır.Toplum bir vücut gibidir. Bir organı ağrıdığında vücudun geri kalan kısmı bütün bu acıyı hisseder. Peki ya, vücudun bir organı diğer organlara zarar verecek, acıtacak şekilde hareket ettiğinde vücut