Topraklarında ABD'nin en büyük üslerinden birine ev sahipliği yapan Katar'ın ABD'nin himayesindeki İsrail'in saldırısına maruz kalmış olması bölgenin tamamında güvenlik algılarının yeni baştan değerlendirilmesini gerektireceği açık. Katar'ın ABD üslerine yer vermesi ABD ile güvenlik ve iş birliği protokolünü de içeriyor. Katar'a yapılmış bir saldırı doğrudan ABD'ye de yapılmış sayılır ve ABD Katar ile bu güvenlik iş birliği protokolü dolayısıyla Katar'ın savunmasına katılmak zorundadır.
Ne var ki maruz kaldığı bu ikinci saldırıda da ABD üsleri Katar'a hiçbir fayda temin etmediği gibi şimdi çok iyi görülüyor ki bizatihi kendileri tehdidin kaynağını oluşturmuşlardır. Daha önce Katar'a diğer Körfez ülkelerinden gelen saldırılar karşısında ABD vaat ettiği hiçbir dayanışmayı göstermemişti. Orada Katar'ın yanında o kadar geniş kapsamlı bir iş birliği anlaşması ve iş birliği olmadığı halde Türkiye durmuştu. Çünkü Türkiye verdiği sözde durmuş, ittifak sözleşmesinin gereği neyse fazlasıyla ve büyük bir samimiyetle yerine getirmeye çalışmıştı.
Oysa ABD bu ilk olaydan sonra şimdi de İsrail saldırısını seyretmekle kalmamış, saldırının bütün silahlarını ve lojistik ve istihbarat desteğini de sağlamaktan geri durmamıştır. Arkasından bir daha olmayacağına dair verdiği teminat çok ikiyüzlü ve hiçbir anlamı olmayan, dalga geçer gibi bir geçiştirme sözü. Olan olmuştur. Katar, güvenliğini emanet ettiği ABD'nin ihanetine uğramıştır ve İsrail söz konusu olduğunda bunun hep böyle olacağı anlaşılmıştır.
İsrail'in stratejik yayılma planı iyice aşikâr olmuştur. Kimse artık bunu gizlemiyor da. En yetkili makamlardan bölge ülkelerinin tamamına yönelik düşmanca ifadeler serdedilmekteyken İsrail'in yayılma planının bugün kendileriyle "normalleşme" siyasetleri güttüğü ülkeleri de hedef almakta olduğu görülüyor. Yani şimdiye kadar İsrail ile arayı iyi tutmaya çalışan Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın yanı sıra Irak, Kuveyt ve Suriye'yi de kapsayan bir plan bu. Trump'ın yüzyılın anlaşması rüzgarıyla kendilerini bu yayılma planlarından muaf tutmaya çalışan ülkeler bile bugün kendilerini güvende hissedemezler, etmemeliler de.
Ortadoğu'da bilgece siyaseti, arabuluculuğa, diyalog ve barışa yaptığı kendine özgü katkılarıyla Katar'ın bile İsrail saldırısına maruz kalması, İsrail tehdidine karşı hiç kimsenin güvende olmadığını gösteriyor. Bu saatten sonra bütün ülkelerin İsrail tehdidine karşı yeni bir ortak dayanışma ve savunma iş birliği konsepti etrafında bir araya gelmeleri kendi güvenlikleri açısından tam bir aciliyet kazanmış durumda. İsrail son derece tehlikeli bir saldırgan terör yapılanmasıdır ve üstelik son derece bağnaz bir dinci-ideolojik motivasyonla hareket etmektedir. Bu motivasyonun akılla, diplomasiyle, uluslararası ilişkilerin mantığı ve hukuku ile hiçbir ilgisi yok. Zihnindeki dinci ideal uğruna her türlü vahşeti yapabilir, her türlü insanlık suçunu irtikap edebilir, çünkü bütün suçlar, ihlaller ve vahşetlerin dini açıdan hoş görülmekte hatta teşvik edilmektedir. Ortadoğu'nun tek demokratik, bilimsel, laik ülkesi diye reklamı yapıldığı için İsrail'e yakıştırılmayan bu akıldan, ölçüden, izandan yoksun çılgınlık hali bugün herkesin dehşetle karşılaştığı bir gerçek.
İki yıldır Gazze'de işlenen emsalsiz vahşetin yeterince gösteremediğini muhtemelen Katar saldırısı göstermiş oldu. Hoşumuza gitmeyen bazı şerlerde hayır olabiliyor. Katar saldırısı Arap ülkelerinin birbirine yaklaşması, birbirleriyle dayanışma içine girebilmesi için yeni bir rüzgar estirebilir.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan Şura Meclisine hitaben yaptığı konuşmada,"İşgalci İsrail'in bölgedeki saldırılarını reddediyor ve kınıyoruz. Bunların sonuncusu, Katar devletine yönelik barbarca saldırıdır. Bu saldırı, Arap, İslam (ülkeleri) ve uluslararası düzeyde harekete geçilmesini gerektirmektedir" ifadelerini kullandı ve ardından şu sözlerle güçlü bir dayanışma mesajı verdi: "İşgal yönetimini durdurmak ve bölgenin güvenliğini ve istikrarını sarsan suç teşkil eden uygulamalarına karşı onu caydırmak için uluslararası önlemler alınmalıdır. Katar devletinin alacağı her türlü kararda yanlarında olacağız ve bunun için tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz."
Aslında İsrail'e karşı bu saatten sonra yapılacak şey Müslüman ülkelerin yeni bir ruhla dayanışma içine girmelerinden başkası değil. İsrail'in Siyonist politikaları hepsine yönelik bir tehdit. Gazze'ye düşen her bombanın, aynı zamanda Kahire'ye, Riyad'a Mekke, Medine ve Abu Dabi'ye düştüğünü Doha'daki bombalar yeterince güçlü bir biçimde haber vermiş durumda. Türkiye baştan beri Gazze'ye düşen bombaları İstanbul'da, Ankara'da ve Türkiye'nin bütün şehirlerinde hissetmekte ve öyle kabul etmekte olduğunu söylüyor zaten.