Bolivya'da darbeciliğe karşı "Türkiye Modeli"
Geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye'de herkes Avrupa Şampiyonluğu Türkiye-Çekya maçı için ekranlara kilitlenmişken ekranların altyazılarına ilginç bir darbe haberi düştü. Maçın heyecanı içinde ilk anda çok ilgi çekecek bir haber değildi tabii. Latin Amerika ülkelerinde olağan işlerden biri. Yönetimlerin normal seçimlerle değişmesinin bir istisna gibi algılandığı yerler. Ancak darbe haberine kısa bir süre içinde dikkat kesilmeyi sağlayan alakalar hafızalardan yavaş yavaş düşmeye başladı. Bolivya 7 Ekim'den kısa bir süre sonra İsrail'e karşı en net duruş sergileyen ülkelerden biriydi. Daha kasım ayı içinde Gazze'ye karşı soykırım uygulayan işgalci İsrail'le diplomatik ilişkilerini askıya aldığını duyurmuştu. Ayrıca daha 20 gün önce Devlet Başkanı Luis Arce Moskova'ya bir ziyarette bulunmuş ve bu ziyarette Putin ile BRICS ülkelerine katılma seçeneğini masaya yatırmıştı. Aynı görüşmede Rusya ile önemli bir Lityum satış anlaşması da imzalanmıştı. Bu üç konu kuşkusuz Bolivya'daki darbenin arkasındaki olağan şüphelileri için en önemli muharrikler olabilirdi. Bu üç sebep arasında hangisinin daha belirleyici olduğunu sormak ne kadar anlamlı olabilir bilemiyoruz. Ama Bolivya'daki darbeyi Türkiye açısından bütün bu üç sebepten daha fazla dikkat çekici kılan, darbeye karşı Devlet Başkanı'nın halkı karşı koymaya, darbeyi püskürtmeye davet etmiş olması ve halkın da bu davete icabet ederek kısa süre içinde darbenin başarısızlığa mahkûm edilmesi oldu. Kuşkusuz bu, darbelerle ilgili ilk kez Türkiye'de,15 Temmuz'da ortaya konulmuş bir karşı koyma modelinin başka yerlerde de uygulanabilirliğini gösteren ilginç bir örnek oluşturmuştur. Türkiye'de de eskiden bir seçilmiş yönetimin, ne kadar halk desteği olsa bile bir darbeye maruz kalıp devrilebilmesi için askerin bir muhtıra vermesi yetiyordu. İktidardakiler varsa şapkalarını, yoksa partilerini alıp giderlerdi. Bu durum başka yerlerde farklı olmazdı. Asker her zaman haklıdır çünkü silahı var ve ülkeyi koruyordu. Ülkeyi koruma görevi ülkeye sahip olma konumu da sağlıyordu. Bir askeri darbe teşebbüsüne karşı askerin koruma görevinin halk tarafından ve münhasıran bunun için verilmiş olduğunu, bunun bir yönetim yetkisini kapsamadığını ilk kez 27 Nisan e-muhtırası vesilesiyle Türkiye'deki sivil yönetim hatırlattı. Böylece demokratik yönetimde askerin hükümete tabi olduğu tersinin asla doğru olmadığı güçlü bir biçimde vurgulanarak bir askeri darbe teşebbüsü daha kıpırdamadan durdurulmuş oldu. 15 Temmuz'da ise başlamış ve teşebbüs edilmiş bir darbede kışlasından çıkmış askerlere karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın halkı karşı koymaya çağırması darbeler tarihinde yepyeni bir dönem de başlatmış oldu. Bolivya'da da General Jose Zuniga komutasında başlatılan askeri darbe girişimi, Devlet Başkanı Luis Arce'nin halkı protestoya çağırmasının ve darbeci generalleri azledip yerlerine yeni komutanları atadığını duyurmasının ardından kısa süre içinde kontrol altına alınmış oldu. Orduya yeni atanan Komutan Jose Wilson Sanchez "Cadde ve meydandaki tüm askerlere ve personele birliklerine dönmelerini" emretmesinin ardından iyice başsız ve temelsiz kalan darbe girişimi sona erdi. Böylece 15 gün sonra 8. yılını idrak edeceğimiz 15 Temmuz darbe girişimine karşı gerçekleşen devlet-millet dayanışmasının bir modele dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir örnekle karşı karşıya kalmış olduk. İsrail'e karşı tavrı, BRICS blokuna üye olma talebi ve sahip olduğu dünyanın en zengin lityum kaynakları dolayısıyla Bolivya'nın ABD tarafından bir darbe hedefi olacağını düşünmek hiçbir şekilde komploculuk sayılmıyor. Darbeye girişen generalin yine ülkenin evlatlarından biri olması komplo ihtimalini gidermiyor. Darbeler zaten o ülkenin içinden devşirilen insanlarla yapılır, öbür türlüsü işgaldir ve aslında bu tür darbelerin tamamı örtük işgal girişimleridir. Darbecilerin arkasındaki güçleri asıl motive eden Bolivya Devlet Başkanı'nın Gazze'ye desteği veya İsrail'e karşı tavrı mıdır yoksa Lityum kaynaklarına emperyalistlerin erişimi midir Bu soruyu ABD'nin İsrail'e akıl almaz