7 Ekim'in bir tarafı Siyonist İsrail terör devletinin bütün barbarlığını sergilediği ve insanlık adına her türlü ilkeyi, ahlaki kuralı ve kanunu çiğnediği bir süreç. İki yıl boyunca aralıksız saldırganlığıyla çoğu çoluk çocuk, yaşlı, kadın olmak üzere tespiti yapılmış 66 bin kişiyi katleden İsrail vahşeti giderek bütün dünya için bir tehdit olduğunu bizzat kendisi anlatmış oluyor. Ancak 7 Ekim'in diğer bir yanı İsrail güvenlik efsanesinin 5 saat içerisinde tamamen çökertilmiş olması. Yüksek teknoloji, istihbarat, askeri üstünlüğün sağladığı düşünülen güvenlik algısı basit silahlarıyla yürekli insanların kararlılığıyla yıkılıverdi.
7 Ekim'den bu yana geçen iki yıl, bir yandan kontrolden çıkmış canavarca duygu ve güdülerle bütün gücüyle saldıran bir tarafa karşı sadece cesaret ve zekayla savaşan bir taraf arasındaki görülmemiş denge. Neresinden bakarsanız asimetrik bir denge, ama uluslararası ilişkiler dengesi, teknoloji ve maddi silah üstünlüğü bakımından İsrail'in lehine olan bu asimetrik denge zekâ, irade, cesaret, diplomasi ve moral üstünlük bakımından Hamas lehine olan bir asimetri.
Üstelik bu asimetrik denge zaman ilerledikçe daha da derinleşti. İsrail barbarca gücünü daha fazla gösterdi, daha fazla yıkım, daha fazla ölüm, daha korkunç katliamlar, abluka ve aç bırakarak öldürme noktasında daha da ileri gittikçe aklını daha da yitirdi, hiçbir hareketi hiçbir makul insan tarafından hoş görülmedi.
7 Ekim'de maruz kaldığı saldırıyı pazarlama gücünü de kaybetti, Hamas'ın az bile yaptığı kanati daha fazla kabul görmeye başladı. Çiğnediği insanlık sınırları dolayısıyla bütün dünyada sahip olduğu sempati empatiye döndü, hem devlet olarak hem de kendi vatandaşları tam bir nefret nesnesi haline geldiler.
Bugün küresel düzeyde İsrail insanlığın başbelası olarak görülüyor. Yıllarca siyasete, kültürde, edebiyatta, hatta felsefe ve bilimde yatırım yaptığı bütün propagandalar hızla tersine döndü. Bir hak gibi, bir Holokost kefareti gibi görülen Siyonizmin gerçek anlamı ayan oldu. Filistin meselesi hakkında bütün boyutlarıyla güçlü bir farkındalık oluşurken meselenin Filistin değil İsrail olduğu konusunda neredeyse küresel ölçekte bir mutabakat oluştu. ABD'de bile İsrail'in sarsılmaz konumu sarsıldı, bugün ABD halkı vergilerinin bu şımarık ve sorumsuz soykırımcı İsrail'e neden aktarıldığı sorulmaya başladı.
Diğer yandan Hamas 7 Ekim'den itibaren mücadelesinde sergilediği ilkeli tutumuyla, az imkanla ortaya koyduğu mücadeleyle, söylemleriyle, gerçek anlamda kahramanlığıyla dünyada daha da fazla temayüz etti, daha fazla ahlaki üstünlük elde etti. Neredeyse dostları tarafından bile unutulmaya veya ihmale yüz tutmuş Filistin meselesi bir halkın tek başına kurtuluş mücadelesi olmaktan küresel düzeyde her türlü kurtuluş söyleminin anahtar kelimesi haline geldi.
İki yıl sonra asimetrik güç çatışmasının bu aşamasında ortaya çıkan bilanço özetle bu. Bu bilançonun bir yerinde Gazze'nin topyekûn yıkımı, yüzbine yakın şehit de var tabi. Trump'ın Gazze planına verdiği dahiyane cevap dolayısıyla Hamas'a takdirlerimizi bildirdiğimizde hemen bu kadar yıkımı bu kadar ölümü, katliamları öne sürerek "buna değdi mi" diye soranlar oluyor. Bu soruyu soranlar belli ki Gazze ve genel olarak Filistin halkının neler yaşadığını bilmiyor. Onu bilmediği gibi Gazze halkının bu mücadeleye girişirken neyi göze aldığını veya mücadelede neyi kazanım saydığı konusunda farklı bir akla sahip olduğu çok belli.
Daha önce de benzer akıllar ileri sürenlere aynı şekilde "senin aklın ermez, bu başka hesap" demiştik. Bu gerçekten başka bir hesap, ama maddi olarak bile bakıldığında Hamas'ın iki yıl sonra ulaştığı bu kazanımları kendisi açısından çok büyük. Ebu Ubeyde'nin her bildirisinin sonunda kulaklarda çınlayan meşhur deyimiyle "bu bir cihad, ya zafer veya şehadet".
Bu ikisi de hesaba dahil. Eninde sonunda hepimiz ölüyoruz, öleceğiz, biraz önce biraz sonra.
Bu dünyaya gelip de gitmeyen yok. Ama Yahya Sinvar için hepimizin belki arzu ettiği ölüm şekli çok daha korkutucu. Yatağında sessiz sakin bir hayat sürerken yaşlanıp ölmek veya bir hastalıktan veya bir trafik kazasında… "Düşmanlarımın bana en büyük hediyesi beni şehit etmeleri olur" demişti de sözü lafta kalmamıştı. Ölüm şekliyle bundan sonraki bütün özgürlük mücadelelerinin sembolü haline geldi.