15 Temmuz: Bir günden ve bir darbeden öte
15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden geçen 8 yıl bu çapta ve ehemmiyette bir olayın bile Türkiye'nin siyasi cenderesi içinde sıradan bir hadise olarak hafızalardaki yerini almaya yüz tuttuğunu görüyoruz. Tarihsel ve toplumsal hafıza denildiğinde elbette bir çeşitlilikten, bir fenomenden bahsetmiş de oluyoruz. O gece olayın niteliği hususunda çok az kişide bir farklılık algısı vardı. Herkes ne olup bittiğinin çok net farkındaymış gibi. Sanki gökten bir ayet inmiş ve bu ayete göre herkes safını belirlemek zorunda kalmıştı. O tereddütsüzlük, o açıklık, o apaçıklık algısıdır ki bütün kitleleri nereye doğru gittiklerinden emin bir biçimde caddelere, sokaklara, meydanlara doldurmuş; tanklara, jetlere, silahlara karşı göğsünü siper etmeye sevk etmişti. Bir milletin tarihinde gerçekten çok nadir rastlanacak bir milli heyecan ve motivasyon ile darbe teşebbüsü şehitler verilerek engellenmiş oldu. Yine sadece Türkiye tarihinde değil, genel olarak dünya tarihinde ender rastlanabilecek bir biçimde bir halk, mevcut bir hükümeti darbecilere karşı savunmak üzere bu kadar sert ve etkili bir tepki ortaya koyuyordu. Darbelerin rutininde halkı mevcut, yozlaşmış, işini bilmez, sorumsuz hükümet sorumlularına karşı korumak, kurtarmak vardır ve bu genellikle halktan her zaman destek bulmazsa nadiren halkın bir muhalefetiyle karşılaşır. Her zaman bu tür darbeleri destekleyecek yeterince halk kesimi bulunur. Olayın sıcaklığı içinde iktidar ve muhalefet arasında bile tarihte ender rastlanan bir ittifak, bir buluşma bir ortak tavır alış söz konusu oldu. Türkiye siyasi tarihinde hatırladığım kadarıyla bu olay kadar kendiliğinden iktidar ve muhalefet bloklarını bu şekilde buluşturabilen başka bir olay daha olmamıştır. Muhalefet belki ilk ay içinde olayın mahiyeti konusunda, ne olup bittiği konusunda hiçbir şüphesini dile getirmedi, getirebileceği bir bağlam yoktu. Dile getirse en basitinden münasebetsizlik yapmış, herkesin birlikte yaşadığı bir gerçeğe gözünü kapatmış, inkarcılık yapmış olurdu. Olup bitenin ne olduğu, düşmanın veya dostun kim olduğu konusunda kimsede kuşkuya yer yoktu. O yüzden 15 Temmuz etrafında oluşan milli bilinç ve saflaşmaya ilk zamanlarda bir muhalefet geliştirmek ne aklın ne vicdanın ne izanın kabul edemeyeceği bir şeydi. Aslında belli konularda ülkenin bütün kesimlerinin böyle bir uzlaşma zeminine sahip olabilmesi, bir ülke için büyük bir imkân, büyük bir kazanım olabilirdi. Bu uzlaşma zemini üzerinden çok iyi bir yere gidilebilirdi. Ancak bu uzlaşma zemini uzun süre aynı sağlamlıkta kalamadı. Darbecilerin başarısız kalmış darbelerinin ilk şokunu atlatmalarının ardından bu darbenin bir senaryo olduğunu dilendirmeye başlamalarının siyasette de, darbeye karşı konsensusta da kısa süre içinde bir gedik açmış oldu. Kendi kurdukları tuzağa düşenlerin dönüp bu tuzağı bize kim kurdu demeleri bu tür komploculukların rutin safhalarındandır. Ama bu kadar basit değil tabii. Aslında gediğin biraz da içerden açılmış olduğu zamanla anlaşılacaktı. FETÖ darbede başarısız olmuş ama asla tamamen yıkılmamıştı. Darbenin öncesi ve sonrasında kurduğu çok farklı ittifakları, B, C, D senaryoları devreye girmeye başlamıştı. Bu alternatif senaryoların işlemesi için muhtaç olunan kudret muhalefetin içindeki tamahkârlıkla da açıklanabilir, daha ötesiyle de. Ama bir şekilde çalıştı ve darbe teşebbüsüne karşı ortaya çıkan ilk konsensüsün bir milli bağımsızlaşma, demokratikleşme veya kalkınma hamlesine dönüşmesinin zemini hızla yok oldu.15 Temmuz elbette sadece Türkiye içinde ve basitçe herhangi bir hükümete karşı bir darbe teşebbüsü değildi. O güne kadar 14 yıldır iktidarda olan ve iktidarı döneminde tam bağımsızlaşmaya doğru adım adım ilerlemekte olan bir hükümete karşı bir uluslararası hareket iti. O gece TBMM bombalandıktan sonra Meclis'in mescidinde Aljazeera TV'ye bağlanmış ve bu darbenin basit bir kadronun veya cuntanın yönetimi ele geçirme hırsıyla sınırlı bir darbe olmadığını bir "işgal girişimi" olduğunu söylüyordum. Nitekim halkımız bunu bir düşman