12 Gün Savaşının sonu: ABD ve İsrail bu haltı neden yedi

Aslında bu aşamadaki ateşkes tıpkı İsrail ile Hamas arasında Aralık ayında gerçekleşen ateşkes gibi İsrail'in burnunun sürtüldüğü bir sonucu işaret ediyor. Başlarda ABD'den aldığı silahlara ve tam desteğe ve aslında İran hakkında sahip olduğu algı v istihbarata fazla güvenerek bu savaşa büyük bir kibirle dalan İsrail 12 günün sonunda evdeki hesabın çarşıya hiç uymadığı bir durumla karşı karşıya kaldığını görmüş oldu. İran hakkında sahip olduğu istihbarat savaş sahasında onu bir yere kadar götürdü ama sonrasında sahadaki gerçeklerle başbaşa kaldı. Sahadaki gerçek ise İran'ın 50 yıl boyunca yürüttüğü soğuk savaş esnasında tahminlerin ötesinde bir savunma teknolojisi geliştirmiş olduğu ve her aşamada hiç ummadığı yeni bir silahı deneme ihtimalinin İsrail için birkaç gün içinde tam bir kabusa dönmüş olması. Kabus İsrail'in o çok güvendiği demir kubbesinin delik deşik olmasıyla birlikte Tel Aviv sokaklarına, Hayfa limanlarına, petrol tesislerine ve hava üslerine roketlerin yağmaya başlamasıyla İsrail için gerçek bir felakete dönüştü.

17 yıldır adeta bir hapishanede, bir toplama kampında tutmaya çalıştığı Gazze'den, Hamas'tan bu kadar ağır bir direniş, direnişin ötesinde müthiş bir savaşma gücü beklemediği gibi İran'ın savaş teknolojilerinden de kendisine bir zarar gelebileceğini beklemiyordu. İlk gün önemli isimlere karşı başardığı suikast girişimleriyle erkenden kapıldığı zafer şımarıklığı bile onun için aşılması artık imkansız bir çıtaya dönüştü.

İran o kadar önemli adamını kaybettiği halde, sonraki günlerde hiçbir şey olmamış gibi ilk defa denediği hipersonik roketleriyle İsrail'in üzerine bir dehşet olup yağdı.

Savaşta tarafların kayıpları arasında bir karşılaştırma yapıldığında asimetrik bir durum ortaya çıkarabilir. Ama bu kayıpların taraflar üzerindeki etkisi açısından bir karşılaştırma yapıldığında İsrail'in kaybının çok daha büyük olduğunu ve onu bu aşamada ateşkese zorlayan asıl etkenin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İsrail tıpkı Gazze'ye karşı başlattığı savaşın şu ana kadarki aşamasında olduğu gibi başlangıçtaki hedeflerini gerçekleştirmekten çok uzakta. İran'ın nükleer tesislerinin vurulduğu söyleniyor ama bunun sadece göstermelik olduğu da çok açık. Esasen ABD açısından da böyle olması gerekiyordu, daha ileri gidilmemesi gerekiyordu. Daha ileri gidilebilir miydi, İran'ın eli bu konuda boş muydu, alacağı bir tedbir yok muydu Sorularını ardı ardına sorabiliriz. İran tesislerinin bombalanacağından çok önceden haberdar olduğu için zenginleştirilmiş uranyumları kaçırmış olduğunu ilan etti zaten. Ayrıca hem İsrail'e karşı hem de ABD üslerine karşı gösterdiği direniş gücüyle muhtemel bir tırmanış halinde elinin hiç de boş olmadığını göstermiş oldu. Bu durum karşılıklı güç tartarak bir dengeye gitmeyi her iki taraf açısından daha makul bir yol olarak göstermiş oldu. Esasen nükleer tehdit gücünü kaybetmiş bir İran'ın ABD'nin Ortadoğu siyaseti açısından hiçbir işlevselliği kalmayacağını, o yüzen ABD daha fazla ileri gidebilse bile bunu sırf bundan dolayı da olsa göze alamayacağını bilmek gerekiyor. İran'ın daha fazla zayıflatılması ABD'nin bölge için öngördüğü dengeyi derinden sarsacaktı. Ancak şu aşamaya kadar bile bu saldırı hem ABD'nin Ortadoğu ile ilgili dengesini fazlasıyla sarsmış bulunuyor. Çünkü bu saatten sonra ABD'nin Körfez ülkelerine karşı kullandığı İran kozu bir koz olarak bir hayli aşınmış bulunuyor. İstanbul'daki İslam İşbirliği Teşkilatının Dışişleri Bakanları toplantısından çıkan sonuç, Müslümanların İsrail-ABD ittifakıyla ve Batı desteğiyle maruz kaldıkları böyle bir saldırı karşısında birbirlerine karşı besledikleri tehdit algılarının yerini Haçlı-Siyonizm ittifakının oluşturduğu tehdidin aldığını gösterdi. Bu saatten sonra İran'ın Körfez ülkelerine tehdit olarak gösterilmesi yoluyla işletilen vesayet ilişkisinin eskisi kadar işleyemeyeceği bir yola girilmiş oldu. Trump'ın 12 günlük savaş diye nitelendirdiği savaşta ateşkese bu kadar istekli olması, bu konuda İsrail'in ABD siyaseti üzerindeki vesayeti de ifşa eden bir yanı oldu. Trump aslında İran ile hiç istemediği bir savaşa Netanyahu yüzünden sürüklenmiş oldu. Netanyahu'nun İsrail adına ABD dış politikası üzerinde bu kadar kolay kullanabildiği vesayet her şeyden önce ABD vatandaşları açısından sorgulanacak ciddi bir sorun olarak tekrar öne çıkmış bulunuyor. Zaten bir dediği bir dediğini tutmamakla temayüz etmiş olan Trump'ın bu savaş esnasında sergilediği aşırı tutarsızlık ABD siyasetine karşı güvensizliği had safhaya çıkarmış olacaktır. Wall Street Journal'da iki gün önce yayınlanan bir yazı ABD'nin orta vadede ulusal güvenliğinin, İsrail'e "hayır" diyememe konusundaki siyasi acizliğinin bir sonucu olarak yıkıcı bir darbe aldığının altını çiziyor.