Bolu beyi, güvendiği ve sevdiği seyislerinden biri olan Yusuf'a: "Çok hünerli ve değerli bir at bul." emrini verir.
Seyis Yusuf, kaliteli olacağına inandığı iki küçük tay bulur ve bunları satın alır.
Bolu beyi bu zayıf tayları görünce beğenmez ve çok kızar, seyis Yusuf'un gözlerine mil çekilmesini emreder.
Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Bolu Beyinin At bakıcısı Seyis Yusuf, zayıf taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali'ye talimat verir ve tayları büyütür.
Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının talimatlarına göre atları yetiştirir.
Taylardan biri mükemmel bir at haline gelir ve Kırat adı verilir.
Köroğlu yani Ruşen Ali Çamlıbel'e yerleşir, çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır.
Hayatını fakirlere ve çaresizlere yardım ederek geçirir.
Dağdan geçen kervanları basar.
Ağaların beylerin mallarını yağmalar yoksullara dağıtır.
Yeşilçam'ın ünlü yıldızı Cüneyt Arkın'ın bu konuyu anlatan Köroğlu filmini izlemeyen yoktur herhalde.
Destanımızın kahramanı Ruşen Ali 16 yüzyılda yaşamış halk ozanı yani Köroğlu'dur.
**
Şimdilerde Köroğlu'nu çağrıştıran ve çok paylaşılan bir hikâye dolaşıyor sosyal medya hesaplarında. Gerçek mi kurgu bilmiyorum.
Önce hikayeyi öğrenelim sonra başlıktaki soruya geçeriz;
"Ben her gün patronuma yalan söylüyorum.
72 yaşındayım. On yıldır Kocaeli'nin Çarşı içindeki Outlet Eşya Merkezi'nde, benden beklenmeyecek bir düzen çeviriyorum.
Yakalasalar, işten atarlar. Umurumda mı Değil.
İşim basit: Defolu eşyaları ayırırım. İş botu, mont, okul çantası, ikinci el tencere. Etiket takarım.
Kocaeli ayazının yüzü kestiği bir Kasım günüydü.
Kapıdan içeri incecik bir kapüşonla girdi. On dört yaşında ya var ya yok. Zayıf. Sessiz. Doğru mont bölümüne gitti. Koyu lacivert, kalın, markalı bir mont. Sıfır ayarında. Etikette 600 lira yazıyor. Sessizce geri astı. Kapıya yürüyordu ki dayanamadım. Montu kaptım, tezgâha koştum. "Evlat!" dedim. "Bu mont defosu büyük. Fermuarı bozuk. Defolular en fazla 30 lira. 30 liran var mı"
Bana baktı, etikete baktı, kafası karıştı. "Etiket yanlış," dedim, söküp attım.
Cebinden buruşmuş otuz lira çıkardı. "A–alırım…" dedi.
Montu orada giydi. Fermuar şak diye çıktı tabii. Ama o an. O çocuk üşüyen bir sokak çocuğu değil, akıllı alışveriş yapan bir müşteri oldu. "Sağ ol," dedi.
"Mağaza politikası," dedim. Arkamı dönüp gözümü sildim. Sonra başladı bu düzen.
Yıllar içinde:
– Gölcük'te yaşayan dul bir teyzeye, "Kordonu bozukmuş," diye 1500tl lik tost makinesini 200'e verdim.
– İnşaata yeni girecek bir babanın çelik burunlu ayakkabısına "Salı sabahı indirimine denk gelmişsiniz," dedim.
– Derince'den gelen üniversiteli kıza valizi "Tekerleği ses yapıyor," diyerek yarı fiyatına verdim.
Kasayı çoğu zaman cebimden tamamladım. Bazı ürünleri "kırık/çöpe" işledim.
Yakalanma korkusu her gün içimdeydi.

13