Yapılmayan farz: Emri bil maruf nehyi anil münker
Yapılmayan farz: Emri bil maruf nehyi anil münker
YEŞER DEĞİRMENCİ
Yaygın musibetlerle sınandığımız şu zorlu süreçlerde dipten gelen farklı musibetlerle de sarsılıyoruz. Müslümanlar bunca ahlaksızlık, kötülük, kirlilik, haksızlık hadsizlik karşısında tepkisiz ve tavırsız. Bu da bir başka musibet. Bu tepkisizlik nereden kaynaklanıyor
Yetişme tarzımızdan mı, çevre baskısından mı Yanlış Özgürlük algısından mı, temelsiz dini yorumlardan mı, aşırı bireyselleşmekten mi Bu tepkisizlik tasvipten mi, yenilgi psikozundan mı, üretilmiş korkulardan mıYoksa yapılmayan farzdan mı
Gittikçe tepkisiz, tavırsız, duyarsız bir toplum olduk. Sonrasında da bu durumu kanıksadık. Hatta bir yaşam biçimi olarak benimsedik. Haliyle tepkisizlik kalıcı hale geldi adeta. Unutmayalım ki, cehalet, hadsizlik, hukuksuzluk, ahlaksızlık, tepkisizlikten beslenir.
Müslümanların suskunluğu, tepkisizliği, ürkekliği, dağınıklığı kötülüğü cesaretlendiriyor.
"Emri bil maruf nehyi anil münker"e sarılmamız gerekiyor. Bu hususta Müslüman işe önce kendinden başlamak zorundadır. İlk önce herkesin kendi ruhunda bir ıslahat yapması, kendi kendine iyiliği emredip kötülüğü engellemesi gerekir.
Esas problem karakter ve şahsiyet problemidir. Bu gerçeği kavramadığınız sürece dertlerden kurtulamayız. Bu konuda yapılan büyük hatalardan biri, ferdin bu mesuliyetini toplumun üzerine atmasıdır. Bu görevin yerine getirilmesi için herkes gözlerini kurumlara, hükümetlere çevirmiş, bu sayılanların temel taşı olan fert ise bir kenara itilmiştir. Müslüman öncelikle kendine dönüp, kendi nefsine iyiliği emredip, onu kötülüklerden alıkoyduktan sonra, bu prensibi aile fertleri başta olmak üzere yakın çevresine uygulamakla yükümlüdür. Öncelikle etkili fiillerle, o olmazsa sözlü telkin ve propagandayla, o da olmazsa kötü fiillerden nefret etmekle olabilir. Bu sonuncusu ise her ne olursa olsun yerine getirilmelidir. Bunu dahi yapamayan ise gerçek bir mü'min olamaz. Bu gibiler için Rasûlullah, "Bu ise imanın en düşük, en zayıf seviyesidir" veya "Bunu da yapamayanda hardal tanesi kadar iman yoktur" buyurmuşlardır. "Dilsiz şeytan" durumuna düşmemek için ses vermemiz, tepki vermemiz kaçınılmaz oluyor. Sadece hayır, hasenat ve hamaset yarışı ile sonsuz hedefe yürüyemeyiz. Biraz cesaret, biraz şecaat, biraz gayret, biraz yüreklilik olmadan olmaz.
Ayakta kalabilmenin şartı namaz, zekât, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya yaslandırıldığına göre, namazın ikame edilmediği, zekâtın verilmediği, insanların iyiliğe teşvikte bulunup, kötülüklere karşı bir tür otokontrol kuramadıkları toplumlar, hayırlı ümmet olma karakterini kaybetmiş olacaklardır. Kötülükleri önlemenin polise havale edildiği, iyilikleri teşvik etmenin de din adamlarına yüklendiği toplumlar, önce kendileri ıslah edilmesi gereken arızalı toplumlardır. Böyle toplumlar Allah'ın azabını beklemeye mahkûmdurlar. Dinin yalnız kaldığı devirler olabilir, Allah'ın hükmüne ilgi azalabilir. Ancak o dönemde ayakta kalmayı bilenler ve başkalarını da ayağa kaldıranlar, kazananlardır. İyiliği teşvik etmek, kötülükten sakındırmak, bu ümmetin kalitesinin adıdır. Peygamberimiz bugünleri görürcesine: " Onlar kötülük işlediklerinde birbirlerini bundan alıkoymazlardı. Vallahi ya iyiliği emreder ve kötülüğü engellersiniz, zalimin elini tutar, onu hakka çekersiniz, haktan yana olmaya mecbur edersiniz, ya da Allah kalplerinizi birbirine kırdırır ve onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder" buyurur. Bir başka hadiste; 'Bir adam, bir grubun arasında bulunur ve bir kötülük işler de onların o kötülüğü değiştirme imkânı bulunduğu hâlde onu değiştirmezlerse, Allah, onlar ölmeden önce onlara muhakkak bir ceza indirir. Benim ümmetimi, zalime 'zalim' demeye çekinir gördüğünde onların işi bitmiştir" hadisinin dikkatimizi çekmesi gerekmez mi Hadislerden açıkça anlaşılan şudur:
İyi olmanın şartı, kötülükle mücadele ediyor olmaktır. Mücadele edemeyen de o arzu içinde olmak zorundadır. Bunun için iyiliği teşvik, kötülüğü engelleme, yerine göre farzı ayndır, yerine göre de farzı kifayedir. Herkes gücü oranında Allah'a isyan olan işleri engellemeye gayret etmek durumundadır. Allah'ın lütfedeceği sevaba gözünü dikmiş bir mü'min için, emri bi'l-maruf ve nehyi ani'l-münkerin ne kadar önemli bir salih amel olduğu da ayrıca düşünülmelidir. Çünkü hayra teşvik, kötülüğe engel olma kendi başına bir ibadettir. Etkili, yetkili, ilgili, duyarlı kurum ve kuruluşlarımız bu hazin gidişatın kaygısını ne kadar taşıyorlar, birbirimize hatırlatmak durumundayız. Unutmayalım ki; tarafsız olmak mümkün değildir. Çünkü tarafsızlık da bir taraftır, o taraf da şer tarafıdır. Bîtaraf olan bertaraf olur.