Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek

Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek

Yaşar Değirmenci

Bir önceki yazımda "Vatana-millete muhalefet olmaz!" demiştim. Devam ediyor, "Özüne dön! Kendi değerlerinle buluş, Batı'nın uşaklığından da kurtul!" diyorum. İlave olarak "vatanın bölünmesin, bayrağın inmesin, Ezanın susmasın!" için çalışalım. Devletimizi de bu milletin devleti bilinciyle kendi kutsallarımızla kuşatalım sekülerizmden kurtaralım.

Çağımızın en korkunç tehlikelerinden biri de, toplumların değiştirilmesi. Toplumun belli bir süre içinde, farkında olmadan bir başka toplum oluverip çıkmasıdır. Bu değişme; bir toplumun, bilinçli olarak kendini yenilemesi, eksiklerini gidermesi, pürüzlerinden arınması anlamındaki o olumlu değişme değil. Toplumu; kültür değişimi, uygarlık değişimi adı altında dıştan gizli gizli sokulan, sonra içerde biraz da tabii mecraları içinde oluşmaya bırakılan değiştirilmelerdir. Bir toplumun, bir milletin kültür ve medeniyeti değişmez. Bize yapılanlar; dünya tarihinde yapılmamış, görülmemiş kültür ve medeniyet değişimideğiştirilmesidir. Başına gelenleri bilemeyecek düşünemeyecek kadar. Bütün yapılanlara rağmen Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz bilgilerle hayatımızı mamur kılarak onlardan aldığımız feyiz ve bereketle İslam'ı en güzel şekilde yaşayıp temsil etmek, bir Müslüman olarak aslî vazifemizdir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünün en değerli varlığı olarak yaratmış, ona iman, akıl ve irade bahşetmiştir. İnsanın; adalet, merhamet, güven, doğruluk ve güzel ahlak gibi değerlerle şahsiyetini inşa etmesini istemiş, bunun yolunu da ona göstermiştir. Bu yol; kişinin Kur'an-ı Kerim ile kimliğini inşa etmesi, Allah Resulünün sünneti ile şahsiyetini, kimliğini, kişiliğini ve karakterini şekillendirmesidir.

Müslümanın şahsiyetini oluşturan, fıtratını koruyan; ona kimlik kazandıran hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştıran en büyük nimet, imandır. İman, kuru bir sözden ibaret değildir.İman, bütün davranışlarımızı güzelleştiren bir cevherdir. Sıkıntılara imanla tahammül edilir; endişeler, imanla huzura kavuşur. Üzüntüler sevince, korkular cesarete imanla dönüşür. Ayrılıklar yerini kardeşliğe, düşmanlıklar yerini dostluğa imanla bırakır.

Ahlaki değerlerin yaşandığı ve yaşatıldığı bir toplumda, doğruluk ve dürüstlük, iffet ve takva, şefkat ve merhamet gibi erdemler hâkim olur. Ahlaki değerlerin kaybolduğu bir toplumda ise adalet yerini zulme, merhamet yerini öfkeye, helaller yerini haramlara, iyilikler yerini kötülüklere bırakır. Bu duygu ve düşünceleri yazarken, Müslüman toplumun düştüğü düşürüldüğü hâlini, siyasilerin ve devletin durumunu da düşünmeden yazmadan geçemiyorum. Üstad Sezai Karakoç da siyasilerin durumlarını görünce sanki muhalefet karşısındaymışçasına şu ifadeleri kullanırdı.

"Normal bir devlette, siyaset, devlet içindir. Devleti güçlendirme araçlarının toplamıdır politika. Ama bu güçleniş, uzun vadede düşünülürse, milletin güçlenişiyle bağlantılıdır. Uzun vadede, güçlü millet, güçlü devlet demektir. Güçlü devlet de güçlü millet.

Kişinin devlete karşı bir hakkı vardır. Bu hakka, devlet önem verdiği ölçüde millet güçlenir. Milletin güçlenişi ise yine devletin güçlenişi demektir. Fertler ve siyasi partiler de devleti yıpratmamaya, zaafa uğratmamaya dikkat etmelidirler.

Çağımızda devletler çok büyük tehlikelere maruzdur. Bir devleti dış âlemden soyutlamak mümkün değildir. Bu sebeple, insan onuru için bir hak olan özgürlüğü, devletin gücünü sarsacak, dışa karşı durumunu zayıflatacak şekilde kullanamaz kişi. Bir denge gerekli devlet, siyasi partiler ve fertler arasında.