Ümmetin birleştiriciliğinden rahatsız olmayın! Kavmiyetçilik hastalığından kurtulun!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Bir kavmin dili; dinin anlaşılmasına ve yaşanmasına (geniş manada) ne kadar yardımcı oluyorsa, o derecede bir manevi ehemmiyet taşır. Mahalli dillerde böyle bir vasıf yoktur. Ne o dille tebliğde bulunulmuştur; ne "tebliğ" in dolaylı olarak anlaşılmasına ve yaşamasına yarayan bir kültür o dille oluşturulmuştur; ne de manevileşme tekâmülüne o dille yapılabilecek kolaylaştırıcı bir katkı bahis konusudur.
Yaşama beraberlikleri "din" mayası ile kıvamlanmalıdır. Yahya Kemal'in dediği gibi "milletlerin mayası kan değil, din"dir. Batı'da da öyledir. Ateizm'den başka hiçbir düşünce bu hakikati inkâr edemez. Ateizmin inkârcılığı da bu tecelli sahasında çıplak gözle görülecek kadar açık bir surette iflas etmiştir. Fıtrata aykırı olan er geç yıkılır, yıkılacaktır. Fıtrata aykırı olan, ilme de dine de aykırıdır. Onların çok dolaşıp yorulmaları, bir gram şeker için bir çuval keçiboynuzu yemek durumunda kalmaları, dinlerinin muharrefliği sebebiyledir.
Biz ise, tefekkür yerine taklidi seçtiğimiz için, birçok bakımdan kavanozu dışından yalamak durumuna düşmüşüzdür. Kavmi bir yana bırakınız; tefekkürü ve manevileşmeyi terk edersek, her aile ayrı bir millet her ev ayrı bir vatan haline gelir! Her ferd, bir Nefsaniyet yumruğuna dönüşür! Kalabalıklar içinde yalnızlığı, şekli benzerlikler içinde uçurumlu tezatları, varlıklar içinde yokluğu yaşarız.
Dünya İslam'a muhtaç; çünkü insanlığı buhrana sürükleyen meselelerin çözümü İslam'da. Dünya bizi bekliyor; çünkü o çözümleri gösterebilecek izahları biz yapabiliriz. Bize teveccüh eden, imtiyaz değildir, mesuliyet ihtarıdır. Batı'nın asimilasyon oyunları bugün gündem işgalleriyle tezahür ediyor. Kendi yararlarına olacak sandıkları için, bizim üzerimize Yeni Düzen masallarıyla "ayrıştırma" toprağı dökmek istiyorlar. Aldanırsak, bütün tarihin ve bütün insanlığın vebalini kendi ellerimizle kendi boynumuza dolarız. Çünkü mazeretimiz yoktur, çünkü açılan ufukları en iyi gören bir noktada bulunmaktayız, bulundurulmaktayız.
Irk bağı, yalnız başına, insanı ne değerli ne de değersiz kılabilir. İnsan, ahlaki-manevi-fikri-ruhi zenginlik ölçülerine göre değerli yahut değersizdir. Ahlaksız insanın, cahil insanın hangi ırktan olduğu ne önem taşır Hangi bölgeden olduğu ne önem taşır Öyle insan vardır ki akrabamızdır ama o bize dünyanın öbür ucundan bulunan herhangi bir kimseden daha uzaktır. Mutlak ölçülerin ve değerlerin, maddi farklılıklarla ilgisi olmaz. Burada "maddi farklılık" tabirini geniş manada kullanıyorum. Irk, mal, bölge, renk, hepsi onun içine girer.
Ölüm, dünyevi ilgilerin sonudur. Makam, mansıp, mal, unvan, ırk, akrabalık, hepsi bitecek. Her ferd kendi hesabını kendisi verecek. Kavimler, gruplar, sülaleler bölgeler değil; Allah'ın kulu olarak "insan" mükâfat veya mücazat görecek orada. Evet, herkes kendi hayatının kendi imtihanının hesabını kendisi verecek. Mukaddesliğin, kutsiyetin, kaynağı ve asli konusu; sadece imandır, dindir, İslam'dır. Buradaki hassas sınır şudur:
İnsan elbette ki inançlarını yaşarken bir takım maddi imkânlardan ve olgularından, faydalanır; ama o maddi imkânları ve o olguları, mukaddesatının kaynağı olarak görmeye başlarsa inhiraf etmiş, sapmış olur. Bölgecilik de öyledir, sülalecilik de öyledir, enaniyet de öyledir. Hepsinin kökü aynıdır. Ve zaten bunların hepsi beraberce yürür. Mukaddesliğin kaynağından uzaklaştınız mı, putlar çıkar ortaya. Bir sürü put! Asli kaynaktan Tevhid gelir, uydurma kaynaktan putperestlik akar. Ve tevhidden mahrum kalanın en büyük putu, insanın kendi nefsidir. Önce odur. Diğeri onun yansımasıdır. Temel'e "asli mensubiyet"i koyarak hepsini ışıklandırıp hepsini itidal üzere ölçülendirmek suretiyle mihverine oturtacaksın. Tezat-mezat kalmaz ortada, emsalsiz bir ahenk doğar.
Tarih şahittir. Asırlık tecrübelerle sabittir. "Sünni" kelimesine alerji duyulmasın. Sünni İslam anlayışı; birleştiricidir, kazanıcıdır, itidale sevk edicidir, çeşitlenmeyi mihvere bağlayıcıdır. Öte yandan; Türk'ün mânevileşmiş Tarihi-milliyetçilik anlayışı da birleştiricidir, ırki-biyolojik-mahalli taassuplardan tamamen kurtulmuş bir tekâmül anlayışının ifadesidir. Mücerret spekülasyonlara lüzum yok, önümüzde dev gibi bir tarih tecrübesi ve eseri vardır. Osmanlı'nın yaptığını, aynı dile aynı ırka sahip bulunanlar yapamadılar. Sonra neden bozuldu. Batı bozdu. Bozabildi, çünkü devletin teminat temelleri çöktü. Milli ve manevi beraberlikleri sağlayan fedakârlığın ve halisiyetin temsilcileri hor görülüp, ondan kurtulma (!) ihtirasları ayağa kalktı. Türkler devlet kurmuşlar, onun yükünü taşıyorlar. Ama kendileriyle uluorta övünmüyorlar. Osmanlı Devleti, öyle "hadi bir araya gelelim!" Consensusuyla kurulmadı, şekillenmedi. Türk'ün kanıyla-canıyla kuruldu, gelişti, büyüdü. İnsan kaynağı, Anadolu'nun bağrı idi. Rumeli fetihlerinin "evlad-ı fatihan"ı Anadolu'nun yedi göbek "asliyeti-kökü" olan Müslüman-Türk aileleriydi. Bu, devletin hâlâ mahfuz bulunan resmî belgeleriyle sabit hakikattir. Ama Türklüğümüzle değil, İslamlığımızla övünmüşüzdür. Çünkü milletimizi manevileştirmiştik. Öyle olmasaydık, öyle bir devlet kuramazdık. Ama Avrupalı bizi bilirdi, Müslüman olana "Türk oldu" derdi. İslam ve Türk kelimeleri Osmanlı zamanında özdeş hale gelmiş gibiydi. Bu, halkın, cemiyetin yaşayan hakikatiydi. Hayatımızın tabii haliydi. Bizim meselemiz siyasi olmaktan önce fikridir. Fikren halledilmemiş meseleler siyaseten halledilemez. Bizim siyaset sahnesindeki aydınımız hâlen teknoloji sakızını çiğnemekle meşgul! Hiçbir ortak değeri olmayanlar millet olamazlar. Oturması, kalkması, giyinmesi, konuşması, alışkanlıkları, zevkleri, değer hükümleri, "arkadaşlık-kardeşlik-komşuluk" anlayışları, üzüntüleri-sevinçleri her şeyleri farklı. Ayrı kıtalarda bile olsa, böylesi olmaz. Bu hal, "bilim teknik ve ekonomi her şeyi halleder" gafletinden doğmuştur. Teşhisi cesaretle koyalım. Osmanlı'da çeşitli unsurlar yaşıyordu; ama cemiyetin sokaklarında meydanlarında, evlerinde, çarşılarında, havasında, suyunda yaşanan hayat, yürüyen-akan hayat, bir kültürel şahsiyetlilik karakterine sahipti ve insanları birbirine yaklaştırıp benzeştiriyordu.