Namazla direnen ve namazla dirilenlerden olalım!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Namazlarını cemaatle camilerde kılmaya çalışan bir kardeşiniz olarak her namaza gidişim ve dönüşüm üzüntümü arttırıyor. Genelde yaşlılar, özürlüler, emekliler, dede konumunda olan ağırlıklı fertlerden oluşuyor camii cemaati. Çocuklar, torunlar, ailelerin toplumun gençleri yoklar. Tabii okul ve çalışma saatlerini düşünsek bile sabah ve yatsı namazları, tatil günlerinde gelebilecekleri vakit namazlarında da ihtiyarlar ağırlıklı cemaat.
Bunları düşünürken eğitim sistemimiz, aileler, din görevlileri, okullardaki din dersine giren öğretmenler başta olmak üzere herkes sorumlu bu gidişattan.
Başta dindar muhafazakâr olarak bilinenlerin "örnek insan" davranışı sergileyememesinden tutun, din görevlilerinin tipik "devlet memuru" zihniyeti taşımaları, Allah'ın memuru olduklarını düşünmeyişleri de ayrı bir derdimiz. Namaz kılanların hayattan kopuk hayatları, İslâm'ı cami duvarına hapseden hayata sokmayan 'o ayrı, bu ayrı' anlayışı da tedavi edilmesi gereken ayrı bir hastalık. Namaz ile ilgili sadece bu ayetin mealini düşünüp amel etsek yeni yüzlerle beraber namaz kılarız.
Virüsün/pandeminin yaygın olduğu dönemde yan yana bile namaz kılamadığımız, camilere bile gelemeyip Cuma namazı bile kılamadığımız dönemlerden geçtik. Şimdi "safları sıklaştırın!" dönemine girdik. Ancak işin ruhi/manevi yönü düşünülmez hâle geldi. Safları sıklaştırmaktan sadece vücutların teması anlaşıldı. Sevinçlerin, üzüntülerin, dertlerin, hedeflerin, gayelerin, samimiyetin buluşması teması, ruhların-gönül dünyalarının haberleşmesi buluşması kaynaşması gerçekleşmedi.
Peygamber Efendimizin namazdan sonra sahabeye sorduğu sorulmaz oldu. "Hastası olan var mı, cenazesi olan var mı, bir derdi sıkıntısı olan var mı" hiç sorulmadı cemaatine. Camii dışında ziyaret, aile görüşmeleri de yapılmadı. İmamlar müezzinler namaza bile ezan okunurken geldi. Mihrapta ezanı dinleyerek bulunanların sayısı da oldukça az.
Namazla hayatı durduramadık. Ezan ile huzura davet edilirken; bizi yoktan var eden varlığından haberdar eden yaratan-yaşatan-öldüren-dirilten Celâl, Cemâl, Kemâl sahibi Allah'ın davetine icabet etmemek olur mu İslâm'ı bir hayat tarzı olarak görmeyip belli gün ve gecelerde kutlanan bir din anlayışı yerleştirilirse akıbetimiz hiç düşünülmeyecek mi
"Sana vahyedilen kitaptan bölüm bölüm oku, ilgili ayetlerini uygula. Namazı erkanına, şartlarına, vaktine riayet ederek âşikâre kıl. Namaz, ilahi ilmin-hikmetin gereği, meşru olmayan şehevî fiilerden, gayri meşru ilişkilerden, zinadan, haddi aşmaktan, cimrilikten, ahlâksızlıktan ve şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü'minlerin icrasında hayır görmediği şeylerden, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yapmaktan insanı alıkoyar. Allah'ı zikir, namaz, Allah'ın övünç kaynağı kelamını okumak, şeraitini uygulamak, Allah'ın dinini tebliğ elbette en önemli kulluk görevi, en büyük ibadettir. Allah'ın kullarına lütfuyla ilgisi ise en büyük mazhariyettir.
Allah fuhuşa giden yollar icat ettiğinizi, kurallarıyla oynayarak şeriata aykırı suç ve günah işlemeye devam ettiğinizi biliyor." (26 Ankebut 45) İslâm'î hareketlere örnek olanlara bakıp namaz hassasiyetlerini inceleyerek bir "nefs muhasebesi" yapalım.

22