Müslümanların öncelikli yapması gereken Tevbedir!

Müslümanların öncelikli yapması gereken Tevbedir!

Yaşar Değirmenci

Hata yapmak anlaşılabilir, asıl anlaşılmaz olan "hatayı savunmak" tır. Hatanın (günahın) kabullenilmemesi, itiraf edilmemesi insanı günahı savunur hale getirir ki bu da istisnalar dışında her zaman açık olan tevbe kapısının kapanmasına yol açar. Hz. Adem (as) da hata yaptı, Şeytan da. Fakat Hz. Adem tevbe etti; şeytan hatasını savundu. Hz. Adem'i "adam" eden hatasını kabullenmekti, Şeytan'ı "şeytan" eden de hatasını savunmak, hatada ısrar etmek. Ölüler hata yapmazlar, elbette iş yapan hata da yapacaktır. Ancak hiçbir zaman "faal halde bulunmak" yapılan hataların mazereti, "hata yapma ihtimali taşımak" da atalet ve tembelliğin mazereti olarak kullanılamaz.

Tevbe, yapılan hatanın bütün vicdani sorumluluğunu üstlenmek ve söz konusu hatanın olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırma kararlılığını sergilemektir. Bu manada samimi olarak yapılmış her tevbe mükemmel bir özeleştiridir. Her muhasebenin (özeleştirinin) "tevbe" olması ise, yapılan hatanın insan-insan ilişkilerine yönelik ahlaki sorumluluğunun yanında, insanın Rabbine yönelmesinin ahlaki sorumluluğunu da üstlenmesine bağlıdır.

Şimdi, dövünme, ahuvah etme zamanı değil, tevbe zamanıdır. İstiğfar zamanıdır. Tevbe gibi bir "nefs muhasebesi" zamanıdır. Hatta toplumsal hatalar, isyanlar "toplumsal tevbe"yi gerektirir. Allah'ın verdiği nimetleri ona isyanda kullanmak, Rabbine adeta meydan okumak isyanını, günahını aleniyete dökmek cezayı müstelzimdir. İslam büyüklerinin şu tavsiyesi ne kadar önemlidir. "Sana verilen nimeti küçük görme. Onu sana gönderenin büyüklüğünü düşün. Günahını küçük görme. Kime karşı işlediğini düşün." Cezanın cinsi de amelin cinsindendir. "Cinnet toplumu" nun kurtuluşu da "Tevbe Şemsiyesi" altında "Ya Rab!" diye Rabbine ilticadadır. Tevbe bir tehdit yahut korkutma durumu da değildir. Çünkü gerçek tevbenin yegâne teşvikçisi vicdandır. Belki de bu sebeple "her pişmanlık tevbe'dir" buyurulmuştur. Mev'ıza kitaplarında rastladığım "terzinin tevbesi"ni siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

Bir terzi, sâlihlerden bir zata;

"–Rasûlullah (sav)'in: "Allâh Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabul eder." hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz" diye sual etti.

O zât da sordu:

–Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir

–Terziyim elbise dikerim.

–Terzilikte en kolay şey nedir

–Makası tutup kumaşı kesmektir.

–Kaç seneden beri bu işi yaparsın

–Otuz seneden beri.

–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin

–Hayır, kesemem.

–Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfâr ve hüsn-i hâtime nasîb olmayabilir… Sen hiç: "Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!" sözünü işitmedin mi

Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da sâlihlerden oldu.

Sahibini yerinde durmaz eden, onu yanlıştan vazgeçirmeye çalışan kötüden, çirkinden, haramdan, günahtan rahatsız olduğunu sahibine sızlayarak, inleyerek bildiren vicdandır. Bu sebeple tevbe ilk hareketini içerden alır. Layıkıyla yapılmış her tevbe, vicdanın sesini dinlemek anlamına gelir. Her tevbe bir "bilinç tazeleme" olduğu için, aynı zamanda bir kendine dönüş sürecinin adımlarını atmaktır. Tevbe'yi kendine dönme, kendini bilme, kendini bulma olarak da değerlendirebiliriz. Tevbe'nin muhatabı Allah'tır. Kul tevbesiyle Rabbine yaklaşmış olur. Diğer bir ifadeyle Rabbiyle arasındaki engelleri kaldırma girişiminde bulunmuş demektir.