Mümin Kimdir
Mü'min; ebediyete kadar imanküfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır.
Mü'min, Allah'ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Onlar Allah'a düşmanlık yaptıkları müddetçe onlarla muhabbet gösterisi içinde olmazolamaz. Çünkü hem Allah'tan yana olmak hem de O'nun düşmanlarıyla hemhal olmak mü'min tavrı değildir. Bu olsa olsa münafıklık hastalığı olur.
Mü'min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar imanküfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü'min kâfirle, münafıkla, Allah ve Rasulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz. Menfaatler çatıştığında onları tercih edemez, onlara yaranmak ve benimsenmek için müdahanede bulunamaz. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu hakikat örtülemez. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü'minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir Bu sebepledir ki Müslüman'dan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Müslüman'ın imanın şerefini korumakta yanlışa düşebileceği noktalara karşı uyarılmasındaki hikmetlerin kavranması şarttır. İman ve küfrü iki ayrı cephe olarak görmek, bu cepheler arasındaki sürtüşmenin ebediyete kadar süreceğini, sürtüşmenin genellikle savaşlardan çok, kültürler arası sürtüşmeler olarak ortaya çıkacağını idrak etmek demektir. Kâfirlere karşı imanın vakarını kaybetmenin her çeşidi, mü'min için tehlikedir. Mü'min kendini korumalı, çevresinin mü'min çevre olmaktan uzaklaşmasına karşı hassas olmalıdır. Çünkü mü'min, bir kere erimeye yüz tuttuktan sonra geri dönüşü zor olan bir yola girer. Yanlışını kabul etmez yahut her yanlışına yeni bir mazeret üretir. Mü'minlerin karşısında, onların yanında olmaları, büyük bir faciadır. Kâfirlerin zulümlerine yardımcı, sömürülerine âlet olmaları, onları över duruma gelmeleri de bu faciayı gittikçe derinleştirmektedir.
Yaşadığımız zamanda mü'minlerle mü'min olmayanlar arasında bir farkın olmaması için ısrarla uğraşıyor olmak bizleri teyakkuza sevk etmelidir. Küfür tarafının İslam düşmanlığı aynıdır. Ne kalktı ne de azaldı! Kılık kıyafetten yemeye içmeye, konuşmadan örfe kadar her şeyde iman farkı olması gerekirken bu fark gitgide erimektedir. Bu erime, mü'min olmayanların mü'minlere yaklaşması şeklinde olsaydı mesele olmayacaktı. Onlar hiçbir yaklaşma göstermedikleri hâlde mesafe erimektedir. Endişe verici olan da budur. Hele Müslümanların, ömürleri iman ve İslam düşmanlığı ile geçmiş insanlara aşırı iltifat gösterip dost kabul edip mahremine almaları kabullenilebilir bir durum değildir.
Zevklerde ve günlük yaşantıda bir benzeşme caiz olmasa da bunun aklen izah edilebilir yönü vardır ama akidede benzeşmenin ya da akidedeki farkların eritilmesinin ne aklen ne de dinen izah edilebilir bir yönü yoktur. Peygamberimizin bu husustaki hassasiyeti unutulmamalıdır.
İmanla şereflenen bir insan dünyada doğar, dünyada yaşar ama ahirette ebedî bir hayat için mücadele eder. İman nimeti ile şereflenmeyen biri ise dünyada doğar, orada yaşar ve orada kalacak olan umutlar ve hayallerle yaşayıp ölür. Ebedîlik seviyesinde bir hayali yoktur onun.
Mü'min ile mü'min olmayan arasında bu açıdan bakıldığında ebedîlik ile fânilik kadar fark olması pek tabiidir. İki farklı gözün gördüğü, iki farklı kalbin kavradığı kesinlikle aynı değildir. Dünyayı istasyon gibi görmekle ebedî karargâh gibi görmek arasında muhakkak fark olacaktır. Mü'minlerle mü'min olmayanlar, bir toplumun içinde beraber yaşayabilirler. Bunun dinî bir engeli yoktur. Aynı trende yolculuk yapabilir, aynı handa iş yeri işletebilir hatta bir şirketin iki ortağı da olabilirler ama bu hiçbir zaman bir mü'min ile öbür mü'minin beraberliği gibi olmamalıdır. İman gibi bir fark, onu taşıyanla taşımayan arasında hayatın içinde görülebilecek kıvamda değilse Allah'ın bizden beklediği iman olmaktan uzaktır. En azından böyle bir iman, iman kavramının içini doldurmaktan uzaktır. Bu mesele, Kur'an'da çok açık bir şekilde görülebilir. İman ve imansızlık iki ayrı cepheyi ifade eder. Bu iki cephe arasında -medeni ölçüler dairesinde kalması istenmiş olsa bile bir ihtiyat ve temkin sınırı yahut bölgesi muhakkak korunmalıdır. Aradaki mesafenin gittikçe kaybolması, mü'minler açısından tehlike oluşturmaktadır. Rablerinin emrine ve ikazına rağmen onlarla aradaki buzları eritmeleri, son derece dostane tavır sergilemeleri düşündürücüdür. Çeşitli âyetler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinenleri azapla müjdelemiş münafıklar olarak göstermiş, müteakiben de 'Onların yanında bir şeref ve üstünlük arayışında mı' oldukları sorulmuş, bütün şeref ve üstünlüğün Allah'a ait olduğu hatırlatılmıştır. Âyetler, açıkça mü'minleri bırakıp, kâfirlerle iç içeliği münafıklık olarak öne çıkarmaktadır. Nitekim Hz. Ömer: "Allahü Teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah'ın uzaklaştırdığına yaklaşma!" diye Müslümanları uyarmıştır. Hz. Ömer: Biz aşağı insanlardık. Allah Teâlâ Müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Onun verdiği bu şereften başka şeref ararsak, Allah Teâlâ bizi yine zelil eder. İzzet, İslam'dadır. İslam'ın ahkâmına uyan, aziz olur. Bu ahkâmı beğenmeyip, izzeti, şerefi başka şeylerde arayan zelil olur.