Laiklik bir prangadır! Zihnimize giydirilmiş bir deli gömleğidir!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Bolu İl Müftüsü Hüseyin Demirtaş"ın şu beyanı "Laiklik ilkesi, din karşıtı bir ideoloji değildir. Dinin devlet işlerine karışmasını engellemektedir.
Laiklik ilkesi, dini siyasi çekişmelerin malzemesi hâline getirmemek için bir güvencedir." gündeme oturdu.
Gelen tepkiler üzerine tevil etmeye çalışıyor. Bu şahsa bizim entelektüelimizin, münevverimizin (Medeniyet tarihini inceleyen yazan Batı ülkelerinde uzun müddet kalmış Yusuf Kaplan hocamızın) yazılarından istifade ile cevap vermek istiyorum.
Laiklik; hiçbir şekilde tartışılamayan, kritik zamanlarda, sopa olarak kullanılan bir pranga. Toplumu germek ve tehdit etmek için kullanılan bir "maşa"!
Batı'da laikliğin uzun, uzun olduğu kadar da kanlı bir tarihi var.
Batı toplumlarının, modernliğe geçiş sürecinde sekülerleşmeye/laikliğe ihtiyaçları vardı. Kilise Hıristiyanlığı; insan iradesini yok sayıyor, insanın özgürlüğünü ipotek altına alıyordu.
İslâm medeniyetinin, dört bir taraftan Avrupa'nın içlerine kadar yayılan meydan okumasına, Kilise Hıristiyanlığı'nın, insanı, aklını, özgürlüğünü hiçe sayan donmuş dünyasından yola çıkarak hem ayakta durması hem de bu meydan okumaya cevap üretmesi mümkün değildi.
O yüzden insan aklını, özgür iradesini keşfedebilmesi, Batılıların, İslâm medeniyetiyle girdikleri temas neticesinde mümkün olabilmişti: İslâm medeniyeti, modernleri doğurmuş, Batı'yı tarihe kışkırtmıştı. Modernler, ancak Kilise'den kurtuldukları zaman, İslâm'ın geliştirdiği meydan okuma karşısında yok olmaktan kurtulabileceklerini fark etmişlerdi. O yüzden Batılılar, modernliğe geçiş sürecinde, Grek düşüncesini, Müslümanlardan Arapça eserlerden öğrendiler. Batılılar kendi felsefî kökleriyle, ancak Müslümanların yardımıyla irtibata geçebildi.
Türkiye'de laikliğin tabiî bir tarihi olmadı, olamazdı: Laikliği zorunlu kılacak Kilise çağlarında yaşanan sorunlar yaşanmadı bu toplumda. Özgür irade sorunu, insanın aklını kullanamaması, bir yerlere ipotek etmesi hiçbir zaman yaşanmadı. Dahası, en uç akımlar bile İslâm düşüncesi içinde yer aldı tarih boyunca…
Laiklik, dışarıdan ve tepeden dayatıldı bu topluma. Laiklik, zihnimize giydirilmiş bir deli gömleğiydi. Hayatımıza vurulmuş bir pranga. Bu topraklarda, laik bir toplum icat etmek ve İslâm, toplumun hayatından uzaklaştırılmak istendi. Laiklikle toplumun İslâm ile irtibatı kesildi. Hayata müdahale edilmeyen bir din anlayışının yerleştirilmesini sağladı. Laikliğe sığınanlar/savunanlar/kutsal hâle getirenler topyekûn Ebucehil imanı taşıma derekesine düşerler. Ebucehil; Bir yaratıcıya inanıyor yani Allah inancı var. Ama hayatlarına girmeyen, yaşantılarına karışmayan Allah inancı!
Makamı, mevkii, konumu, ilmîlik pâyesi ne olursa olsun laikliğin ülkemizdeki anlayışı Ebucehil inancına götürür. Bolu İl Müftüsünün beyanı da bu inancı taşımaya götürür. Bu inancı taşıyanlar İslâm'ı temsil edemezler. Biz Müslümanların/Müminlerin de bu ikazı yapmamız zarurettir. Bu söylemiyle arkasında namaz kılmam! Bu Müftünün safı da camide değil, laikçilerin yanıdır! Kendi münevverimiz/aydınımız, şu tesbit ve teşhisinde haklı.
"Kimsenin laikliği tartışmaya ne mecali ne de entelektüel birikimi var. Sığlık diz boyu hem laik kesimlerde hem de İslâmî kesimlerde. Temel sorunumuz sığlık bu ülkede.
Laiklik, dışarıdan ve tepeden dayatıldı bu topluma. Laiklik, zihnimize giydirilmiş bir deli gömleğiydi. Hayatımıza vurulmuş bir pranga."
Bu topraklarda, laik bir toplum icat etmek ve İslâm'ı, toplumun hayatından uzaklaştırmak istendi. Laikliğin gerekçesi, şuydu: 'Bu toplum geri kaldı. İslâm, bizi geri bıraktırdı. Dolayısıyla Türkiye çağdaşlaşmalıydı. Çağdaşlaşmanın tek yolu, laikleşmekti.' (!) Bu gerekçe, bizim zihnimizle de tarihî gerçeklerle de alay eden sığ ve ürpertici bir gerekçeydi. Oysa bir toplum, kendini inkâr ederek yeni bir atılım gerçekleştiremezdi. Kendini inkârın kaçınılmaz neticesi, intihar olabilirdi ancak. Nitekim öyle de oldu, kültürel intiharla…