İstikamet dersleri

Eğitim sistemimizle ilgili müfredatın değişmesinin ve diğer değişiklikler yapılmasının çok ses getirmesi, Millî Eğitime bu yönüyle senelerce el atılmamasından kaynaklanıyor. Batı'nın uşaklığı, zulüm ve katliamının 'Batı uygarlığı' olarak ezberletilmesi, yutturulması, bu güruhun çığırtkanlıklarının halini ortaya koyuyor. Tabii bunlar olurken kararlı, kendi kültür ve medeniyetimizin merkeze konması, "it ürür, kervan yürür" sözünü de unutmadan hareket edilmesi şarttır. Hiç ihmal edilmemesi, ertelenmemesi gereken de dinimiz İslam'ın, Kitabımız Kur'an-ı Kerim'in, Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselamın sahih kaynaklar ışığında öğrencilerimize hakkıyla öğretilmesidir. Dinimizi bilmede, yanlış algılamada ortaya çıkan yanlışlıklar; kendi özümüz (kavramlarımız, değerlerimiz, ortak kutsallarımız) öğretilmediği, devletin Millî Eğitimine sokulmadığı, herkesin kontrolden, denetimden uzak yapılanlardan kaynaklanmıştır.

Kemalizmin, laikliğin de kutsal hâle getirilmeden bütün yanlışlarıyla beraber verilmesi, Cumhuriyet tarihi ve inkılapların millet bünyesinde açtığı kapanmaz yaralar, ihtilâller (12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz) ve benzeri teşebbüsler de uygun usul ve üslupla verilmelidir.

Kur'an-ı Kerim; önce bütün insanlar, sonra takva ehli müminler, sonra da ihsan ehli müminler için bir hidayet rehberidir. Önce şunu bilmeliyiz; Allah bu dini sadece İslâm olarak isimlendirmiş ve onu doğru yaşayabilmemiz için bize bildirmiştir. Kısaca onu anlama yaşama ile ilgilidir. Kur'an-ı Kerim İslâm'ın özüdür, esasıdır, sabitesidir, usulü'd-dindir.

Bunun yanında Kur'an-ı Kerim'deki birçok ayeti kerime bizi Resulullah'a uymaya, onu örnek almaya, onun verdiği hükmü itiraz etmeden gönülden kabullenmeye çağırır, ona itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağını söyler. Demek ki, Resulullah'ın örnek hayatı, yani Sünnet de İslâm'a dahildir. Bütün kavramlarımızı kendi değerlerimizle bilmeliyiz.

Kur'an-ı Kerim bizi ulü'l-emr'e itaate davet eder. Ulü'l-emr, Şeriati bilen ve doğru uygulayan yönetimdir. Eğer yönetenler işi bilmiyorlar, ya da Allah'ın istediği gibi uygulamıyor veya uygulayamıyorlarsa o zaman itaat edilmez. "Allah'a isyanda kula itaat edilmez" dini hükümdür. Ulü'l-emr âlimler ekseriyetidir. Buna Sevad-ı azam, ya da manevi tevatür de denebilir. Ama tek kişilik ulü'l-emr olmaz. Tek kişinin ilmine ve uygulamasına dayanan gruplar cemaat olamazlar, fırkalaşırlar. İslâm'ın bizden istediği şey bu sevad-ı azam etrafında tek bir cemaat olmamızdır. ("Müminler ancak kardeştirler" ayeti içindedirler.) Dinimizin koyduğu "edilleyi Şer'iyyeye uyma yerine kendi koydukları ölçülerle hareket eden grupfırkacemaatler; Allah'ın dininden uzaklaşırlar, sapkın hâle gelirler. Cemaatin şuraya, sevadı azamın ölçülerine uyma yerine kutsallaştırdıkları liderinin emrine uydukları için. Bu yanlışahataya düşmemek; bu sözü edilen âlimler topluluğuna itaat de Allah'ın emridir. Makaleye sığmayan kavramların öğrenilmesi gerekiyor. Kur'an-ı Kerim; bizden anlayamadığımız konularda derin manaları çıkarabilme gücüne ulaşmış âlimlere, keza ehl-i zikre, yani hem Kitabı ve peygamberi bilen hem de bildiğiyle amel eden âlimlere sormamızı ister. Zor konuların zikredildiği yerlerde Allah Teala ilimde derinleşmiş ve aklıselime sahip, bilgili ve önyargısız âlimlerden (ulü'l-elbâb) söz eder. Demek ki böylelerinin içtihatları da Allah'ın gönderdiği İslâm'ın anlaşılması dâhilindedir. Yani Allah her bir meseleyi tek tek açıklamamış, genel ve sabit hükümler koymuş, ama boş bırakılan alanlarda İslâm'ın ne olduğunu kimlerin açıklayabileceğini de bildirmiştir.

Dini usulden, kurallarından uzaklaşma; bir kişinin kendi anlayışına göre ürettiği bilgilerle farklı bir anlayış ortaya koyması ve kendi anlayışını esas alarak Kur'an-ı Kerim'i bu anlayışa, göre yorumlaması ve bir kişinin çizdiği sınırlardan dolayı oluşur. Sevenleri ve bağlıları onun söylediklerinin yegâne hakikat olduğuna sorgulamadan inanırlar. Kur'an ve Sünneti de kendi ortaya koydukları ölçüleri destekleyecek şekilde esnetip yorumlarlar. Bu yaptıklarının kabullenilmesi için de kendi yazdıklarının, söylediklerinin dışında yazılanlarısöylenenleri kabul etmezler ve hep kötülerler. O hâle getirilir ki yalnız kendilerinin söyledikleri, bildirdikleri 'mutlak doğru'dur. Diğerleri külliyen yanlıştır. Aslında buna İslâm denmez, ama böyle olanlar da kendilerini İslâm'ı en iyi yaşayan olarak görürler. Peygamber Efendimizin, "Sadece benim ve ashabım gibi inanıp yaşayanlar kurtulacak" sözü hiç kaale alınmaz. Yani